Benim 2004'üm nasıl geçti?

Takvim nedir ki? Herkesle paylaştığımız bir kurmaca.. Hele şu yılbaşları... Uydurup sonra da ciddi ciddi inandığımız yalanlar gibi bir şey...

Haberin Devamı

Takvim nedir ki?

Herkesle paylaştığımız bir kurmaca...

Hele şu yılbaşları...

Uydurup sonra da ciddi ciddi inandığımız yalanlar gibi bir şey...

Ama coşkusu, neşesi güzel oluyor.

Düşünün, giden her yıl aslında ömrümüzden bir parça koparıp gidiyor. Gelen yıl ise başlıbaşına tedirginlik kaynağı...

İşte bu sıkıntıyla yüzleşmek yerine patırtı, gürültüyle; şölen havası ve umutlara fal açarak bu geceyi geçirmek fena bir insanlık buluşu sayılmamalı. Öyle değil mi?

Ama ben genel takvimden çok kendi kişisel takvimimi önemserim, ona bağlanırım.

Hava ısınmaya, günler iyiden iyiye uzamaya başlar ya, işte o zaman benini takvimimde eski yılın kıçına tekmeyi yediği gibi çekip gitme zamanıdır...

Mevsimlerim de kendi kafama göredir.

Severim, baharım; ayrılırım, kışım olur.

Dünyayla aram iyiyken hep yazdır, hiç bitmez o sıcak ikindiler..

Dünyayla aram bozulmuş, melankoli beni esir almışsa, dışarda mevsim ne olursa osun kişisel takvimim sonbaharı gösterir...

Böyledir, böyledir de...

Bugün dedim ki kendime; ey Haşmet! Şimdi bütün bunları bir yana bırakıp söyle bakalım: 2004'teki kişisel serüveninde neler görüyorsun? Senin geçen yılına neler damgasını vurdu?

İşte yanıtlarımdan bazıları...

Nisandan ağustosa kadar bir güzelden kaçtım. Bu yüzden sürekli şehirden uzaklaştım. Unuturum, unuttururum sandım. Ve aslında kendimden kaçtım. Olmayacak şeymiş! En sonunda bardaktan boşanırcasına yağmurlu bir İstanbul akşamında hem ona, hem de kendime yakalandım...

Yine Kuzey Ege'yle sarmaş dolaş geçirdim bahan, yazı. Yine gidip Cunda'ya elimi yüzümü sürdüm. Ama bu kez gönlümü çalan Küçükkuyu civarıydı. Bir yanda berrak bir deniz, arkada Kazdağı; deli fıstık ağaçları, zeytinlikler, mis gibi kokan ekmekler ve orada çalışıp yaşayan dostların varlığı... Bundan iyisi can sağlığıydı. Olağanüstü kırgın, fena halde kızgın bir halde İstanbul'dan kopup Küçükkuyu'ya vardığım çok oldu. Yara bere içindeydi ruhum ve her seferinde orada iyileştim.

Küçükkuyu-Assos arasındaki yolun üstündeki Aydede adlı kıyı lokantasından çok söz ettim yazılarımda. İşte orada yaşını başını almış, dallı budaklı, zeytini bol ağacı bir nevi "akraba" edindim. Şimdilerde özlüyorum.

Müzmin bir rock'sever olarak iyi bir yıl geçirdim. İyi albümler, keyifli konserler... Hele Mor ve Ötesi'yle dağlar tepeler aştığım yolculuklarım çok keyifliydi. Ama daha önce söyleseler inanmayacağım bir şey 2004'te oldu. Hip-hop sevmeye de başladım. P. Diddy, Public Enemy veya Ceza, fark etmedi. Hepsi iyi geldi.

Futbol düzenimizin çürümüşlüğü öyle hale gelmiş, öyle tezgâhlar döner olmuştu ki, bir ara 90 Dakika programı için NTV stüdyosuna yollandığımda ayaklarım geri gider olmuştu. 90 Dakika, sevgili programım benim!.. Ama o hayal kırıklığı ve öfkeyle Hıncal Ağabey'e, Kenan'a "Bu futbol değil! Bırakalım bunu, hayattan, sinemadan, tiyatrodan konuşalım" demiştim. Sen misin böyle diyen! Hayat dalgacıdır. Hiç kaçırmaz böyle iddialı lafları, faturayı adamın önüne koyuverir. Sonuç: Televizyonda boy gösterdiğim bir programım daha oldu: Yaşamdan Dakikalar. (TV8)

Avrupa Futbol Şampiyonası' nın finaline gitmek harikaydı ama final kof çıktı. Zevksiz futbol, taktik kabızlık ve durgun seyirci... Üstüne yıllarca tatlı hayallerini kurduğum Lizbon'un o çok hoşuma giden fayanslı evlerine, sarı tramvayına ve okyanus kokan sokaklarına karşın insanı şaşırtan sıkıcı-depresif atmosferi tuz biber ekti. Acaba diyorum, sıkıntı bende miydi, 2005'te Lizbon'u bir daha denesem mi?

Ha bir de ocak tüpü meselesi var! 2003'te evimi sanki içinde yaşarken terk etmiştim. Kırgın, yenik evler vardır hani, öyle olmaya doğru gidiyordu... O yüzden 2004'ün ikinci yarısında fark ettim ki, aylardır tüp almamış, yemek yapmamışım. Ekimden sonra mutfağımı hareketlendirmem, küçük çapta makarna şölenlerine tekrar başlamam bir dönüm noktası özelliği taşıyor.

Kitaplar... Mustafa Armağan'ın Osmanlı üzerine incelemelerini, neo-gnostik Peter Willberg'in sosyalist gnostisizm tezlerini çok ilginç buldum. Yine sevdiğim kitapları çizmeyi, sayfalarını kıvırmayı, yanımda her yere taşımayı sürdürdüm. Filmler mi? 2004'te Japon, Çin, Kore filmlerine taktım. İçlerinde, bugün sinemalarda gösterime giren "Kahraman" ın kalbimdeki yeri çok başka...

DİĞER YENİ YAZILAR