Çengelköy'ün bademi de var, simidi de...

Bu kış ("geçen kış" olamadı bir türlü) hepimizi havalara bakarak yaşayan insanlar haline getirdi. Baktım, yine güneş var. Ve eyvah ki ardından soğuk ve hatta hafta sonuna doğru kar bile geliyormuş...

Haberin Devamı

Bu kış ("geçen kış" olamadı bir türlü) hepimizi havalara bakarak yaşayan insanlar haline getirdi. Baktım, yine güneş var. Ve eyvah ki ardından soğuk ve hatta hafta sonuna doğru kar bile geliyormuş... Gazeteye gitmeden önce kendimi hemen Boğaz yoluna atıverdim.

Çengelköy'de durdum. Hem çarşısının cıvıl cıvıllığı çekti beni hem de bir okurumun mektubunu hatırladım. El yazısıyla yazılmış; postayla gönderilmiş zarif bir mektuptu.

74 yıllık bir Beylerbeyili olduğunu belirten okurum yolum Çengelköy'den geçerse, "tarihi çınarlı kahveye sapan sokakların birinin köşesinde eski yapı bir ekmek fırını göreceksiniz" diye tarif ettiği İsmail'in Fırını'na uğramamı istiyordu.

Neden? Hani simit üzerine yazmıştım... Okurum o fırının simidini tatmamı istiyordu. Şöyle anlatıyordu: "Önünde genellikle bir miktar ardıç odunu da bulunan bu taş fırında pişen simitlerden tatmanızı bir simitsever olarak çok arzu ederim. İmalat yapısındaki şekilsizliğe rağmen, simidindeki lezzet ve koku çok nefistir."

Önce Çınaraltı kahvesine inen sokakta duvar kenarına tezgâh kuran sahaf kitapçıya uğradım. Sonra İsmail Bey'in taş fırınına... Fırından caddeye doğru mis gibi bir ekmek kokusu yayılıyordu ki, tarifi imkânsız. Halk otobüslerinin egzoz kokusunu bile bastıran bereket ve şükür bulutuydu sanki...

Eğildim, ekmekler dolu rafların atındaki küçük pencereye doğru... "Simit istiyorum" diyecekken, küçük sepeti gördüm. Tam camın önündeydi ve içi simitle doluydu. 300 bin lirayı uzatıp simidimi alıp sahile, kahveye indim.

Kahve kalabalıktı. Güneş gelen ön masalardakiler kalktıkça arka masalardakiler onların yerini kapıyordu. Bu sessiz kıpırdanışı İstanbul baharlarına özgü hoş bir ritüel olarak görürüm. Güneşle hasret giderme, "kemiklerini ısıtma" ayinidir bu...

Çay, gevrek mi gevrek simit, birkaç satır kitap okuma, sağla solla hoş beş derken kalkma vakti geldi Yeri gelmişken söyleyeyim, Çengelköy'de yine kaldırım kenarlarında ve manavlarda küçük salatalıklar (badem) satılıyor: Çengelköy bademi
diye. Ancak nerede o yerli bostanlar? Hepsinin yerinde yeller değil, siteler esiyor... Badem de Kandıra'dan geliyor.

Neyse, Çınaraltı dönüşünde yine fırına uğradım ki, manzara şahaneydi. Sepet tepeleme sımsıcak simitle doluydu bu kez. İki simit sardırdım. Köprünün üzerinde Avrupa yakasına geçerken ara sıra gözüm yanımdaki koltukta duran simitlere takıldı durdu.

Üzeri kahverengi susamlarla süslü, koyu sarı renkteki, güzel kokulu bu halkalarla çocukluğumda başlayan aşkımı tazeledim. Karda kışta aramızda hafiften soğukluk oluşan İstanbul'u yeniden sevdim. Hayatla bilmem kaçıncı kez barıştım.

Müslüm Gürses'e cover albüm!
Ben de Kanat gibi düşünüyorum. Kanat (Atkaya) Hürriyet'te "Müslüm Gürses'e bir cover albüm şart oldu" diye yazmıştı ya, onu kastediyorum.

Cover albüm nedir?

Bir şarkıcı ya da grubun başka şarkıcı ve grupların ünlendirdiği şarkıları kendi yorumuyla seslendirdiği albümdür. Peki neden Müslüm Gürses böyle bir albüm yapsın istiyoruz? Bakın, önce "Paramparça"yı hatırlayın. Teoman'ın şarkısını bambaşka bir "havayla" söylemişti Gürses ve çok beğenmiştik.

Şimdi Neredesin Firuze'nin albümünü alın, 7. parçaya ayarlayın dinleme aygıtınızı ve basın düğmeye. Çarpılacaksınız... Çünkü "baba" "Sensiz Olmaz"! söylüyor. Bülent Ortaçgil'in unutulmaz parçasını...

"Kahvaltım anlamsızdı, sensiz olmaz/İlk sigaram bile tatsızdı, sensiz olmaz" dediğinde Gürses, "olmayacağına" kesinlikle inanıyorsunuz... Kanat'ın dediği gibi "akıllı uslu bir prodüktörün onu alıp stüdyoya sokması ve bu tarz bir albüm hazırlaması şart oldu. Adam neyi söylese güzel söylüyor. Bu arada tarzını da bozmuyor."

Oto-sansür değil, sansür
Başbakan Erdoğan geçenlerde medyadan Kıbrıs görüşmelerini haber yaparken "müzakerelerin sağlığı açısından bir nevi oto-sansür" yapmalarını istedi. Başbakan'ın bu isteğinin basın özgürlüğü ve demokrasi açısından kafamızın fena halde karışık olduğunu nasıl bir kez daha ortaya koyduğunu görmezden gelmeyelim.

Çünkü oto-sansür kişilerin ya da kurumların kendi kararları ve uygulamalarıdır. Bu uygulamaya "dışardan" gelecek her türlü çağrı ve katkı oto-sansürü bitirir, sansürü başlatır. Hele niyeti ne olursa olsun siyasi otoritenin basını oto-sansüre davet etmesi diye bir şey olamaz.

Bu yüzden Tayyip Erdoğan'ın yumuşak bir üslupla da olsa, talep ettiği şey oto-sansür değil, basbayağı sansürdür. En azından gerçek ve kavramlar üzerinde yanlış yapmayalım, sonra tartışalım.

DİĞER YENİ YAZILAR