Bu şehre "şehir" demekte zorlanıyorum

Bu şehrin her gün biraz daha şehir olmaktan çıkışını seyretmekten bıktım, tükendim...

Haberin Devamı

Bu şehrin her gün biraz daha şehir olmaktan çıkışını seyretmekten bıktım, tükendim...

Bazen soruyorum kendime: Şehir insanıyım diye, şehirden üç gün uzaklaşınca onun kirini pasını bile özlüyorum diye her gün bin bir rezilliğe tanık olmak çekilir şey mi?

Mesele yollar, meydanlar, parklar, gökdelenler yapmak değil ki...

Mesele onlarla ne yaptığın meselesi...

Levent'te HSBC önünde bomba patladığında İstanbul'u yönetmiş olanlara bir soru yöneltmiştim, hatırlarsınız.

Büyükdere Caddesi'ni gökdelenler, iş merkezleri bölgesi yaptınız, kabul! Ama onca yılda bu caddeye alternatif tek bir yol bile yapmayarak ne korkunç bir şehir cinayeti işlediğinizi şimdi fark ediyor musunuz acaba, diye sormuştum.

Çünkü o gün ana yol kapanınca, ara sokaklarda ilkyardım ve toplu taşıma araçlarının çektikleri sıkıntı anlaülabilir gibi değildi.

Bu şehrin yöneticileri Metrocity alışveriş merkezinin hemen arkasındaki yolların halini ciddiye alıyor mu acaba?

Veya Şişli'nin en önemli alışveriş, sinema, tiyatro merkezi Profilo'nun arka sokaklarının ne halde olduğunu gören var mı?

Mesela bugünlerde oralarda beton yığınları arasında bulunmuş yüz metrekarelik boşluklara kondurulmuş çocuk parklarının yanıbaşında ne var biliyor musunuz?

Kurbanlıkların alıcı bekledikleri naylon ve çıtalarla derme çatma inşa edilmiş yerler...

Alışkanlık olmuş, kim şehrin sıkıntılarından söz etmeye kalksa varoşlardan başlıyor.

Oysa bu şehrin merkezinde bile şehrin esamisi okunmuyor ki!

Örnek mi?

Bilen bilir, Mecidiyeköy'ün arkasıyla Levent ve Kağıthane'yi birbirine bağlayan "asfalt patikalar"ın müthiş bir trafik yükü vardır. Türk şoförüne şehrin göbeğinde "off-road" becerisi kazandıran yollardır bunlar..

İki tarafa da araç park edilir gün boyu ve buna rağmen karşılıklı gidiş geliş vardır. Bu yolların plansız iman yetmiyormuş gibi, bugünlerde o yolların bir tarafında kurbanlık koyunlar ve sığırlar bekliyor.

Okul minibüslerinin yan aynalan sığırların kalçalarına sürtünüyor.

Olacak şey mi bu?

Koca bölgede kurbanlıklara ayrılacak bir arazi yok mu?

Cadde üzerine hayvan pazarı inşa ettirmek hangi akla, fikre uyuyor?

O hayvanlara, "kurban"in adabına ve şehre ayıp ve yazık olmuyor mu?

Öteki örnek de şehrin en hayati meydanı...

Taksim'e epeydir akşam saatlerinde çıkıyordum. Adı ünlüdür ama akşamları utanç verici biçimde ışıksızdır Taksim. O yüzden gideceğim yere doğru karanlık içinde koşuşturmaca halinde oluyordum hep.

Çevreme bakmıyordum yani...

Meğer ne mutlulukmuş!

Geçenlerde gündüz gözüyle görünce başım döndü...

Ne işe yaradığı bilinmeyen onlarca direk, sayısız tabela, karman çorman yollar, ortalığı toza bulayan bir inşaat alanı, başıboş taksiler, kafalarını kaldırmadan ve bu yüzden birbirine çarparak dolaşan insanlar...

Trafik deseniz, arapsaçı.

Taksim bu!

Ve sorarsanız, burası meydan...

Hadi canım siz de!..

Bu şehirden kaçmayı bile hep çok kısa bir süre sonra ona döneceğim için sevmişimdir.

Bir dağ başında böcek seslerini dinlerken bile şehrin gecelerini özlemeyi zevk edinmişimdir.

Ama yanlış yaptığıma dair bir his uyanıyor içimde yavaş yavaş...

Şehre sevdalanmak, bir gram şeker için kilolarca keçiboynuzu çiğnemeye dönüşmüşse, eminim birçoğumuz yakında pes ederiz.

Bayhan, Kazancı Bedih, Duman, vs.
Türkiye İsviçre değil ki, tek bir toplumsal-kültürel işarete bakarak bütün toplum ve ülke hakkında bir yargıya varasın!..

Tam "Popstar Türkiye'nin aynasıdır" tartışması sürerken acı bir olay yaşandı.

75 yaşındaki Kazancı Bedih (Yoluk) bir soba faciası sonucu hayata veda etti.

Gazelin ve sıra gecelerinin ustası Kazancı Bedih'in ölümü (bilmeyenleri şaşırtacak kadar) geniş bir kesimde üzüntü yarattı; cenazesi binlerce kişi tarafından uğurlandı.

Türkiye böyle işte! Beğenileri, sevgileri, acıları ve hüzünleriyle de devasa bir mozaik...

Bu gerçeğin bir başka yüzünü de geçenlerde Mehmet (Tez) Radikal'de yazdı.

"Bayhan hayatın gerçeği de konserleri tıklım tıklım dolan Duman grubu yalan mı?" diye sordu Mehmet. Yerden göğe kadar haklıydı.

İzmir'den, Eskişehir'den iş çıkışı alelacele İstanbul'daki rock festivaline gelirken otobüslerde üstünü başını değiştiren yüzlerce insan da, Kazancı Bedih'i hayranlık ve derin bir saygıyla dinleyenler de, İsmail Türüt'e ayılıp bayılanlar da Mars'tan gelmediler!

Sonuç olarak şunu bilmeliyiz ki, Türkiye onu "renkli" sanan kimi modern dar kafaların sandığından çok daha renkli...

DİĞER YENİ YAZILAR