İlk aşk!

Haberin Devamı

Sizin de “o yaz”ınız olmuş muydu? 13’ünüze yeni girdiğiniz yaz hani!
Çocukluğunuzun son yazı!..
Mevsimin açıldığı, karnelerin alındığı günün sabahı bisikletinize atladığınız gibi fırından üç ekmek kapmaya gitmiş miydiniz?
Avludaki masada bahçede bal kaymak lüpleten huysuz dedenize “iki saate karne geliyor dede, benim vitesli bisikleti hazırla” demiş miydiniz?
Okul çıkışı o kocaman gözleriyle baygın baygın bakan, gülünce güneş açan Bahar’a “bu yaz burada mısınız?” diye sorup da “evet” yanıtını alınca içiniz hoplamış, kalbiniz gümbür gümbür çarpmaya başlamış mıydı?

*****



Benim tam böyle bir deneyimim yok!
Masmavi bir denizin kıyısında, sokakları imbatla serinleyen, akşamüstleri kekik, zeytinyağı ve iyot kokan bir kasabada büyümedim zaten.
Ama neden konuyu buradan açtım, şimdi anlatacağım.
Uykum kaçtı geçen gece, sabaha karşı kalktım. Bir film koydum DVD aygıtına, oturdum seyrettim.
Hiç büyük laflar etmeden insana derinden dokunan bir filmdi.
Bayıldım!
Hatta filmin 13 yaşındaki kahramanı Ege gibi bakar oldum dünyaya!
Bahar’ın babasının tayini çıkmasın, birlikte el ele büyüyelim istiyorum.
Babam annemi üzmesin, yıllar sonra ortaya çıkan Asaf amca yine gitmesin, Azmi dedem bir delilik yapmasın, babaannem hep öyle içli, kederli dolaşmasın; herkes artık iyi olsun, mutlu olsun istiyorum...

*****


“İlk Aşk” filminden söz ediyorum.
Belki siz hatırlarsınız; Nihat Durak’ın çektiği film 2006’da vizyona girmişti.
Foça’da çekildiği için en azından
o ışıl ışıl Ege kasabasını görmek güzel olur diye gitmek istemiştim ilk başta.
Ne ki, bir iki hafta vizyonda kalıp ortalıktan çekilivermişti. Gidememiştim.
Sonra D&R mağazalarından birinde DVD olarak çıktı karşıma. İyi ki almışım. (Siz de alın, seyredin derim.)
Üzerine çokça yazılıp çizilmeyen yerli filmlerin kötü bir kaderi var maalesef!
Medyatik pazarlama yöntemlerini kullanmayan veya festivallerde boy göstermeyen yerli filmlerin yüzüne bakmıyoruz.
Hata ediyoruz. Böyle ne çok filme haksızlık ediyoruz.
“İlk Aşk” da bu filmlerden.
Senaryosu, çekimi, hele oyunculuğuyla iki yıldır üzerine çok konuşup çok pohpohladığımız nice filmden daha iyi, daha etkileyici bir film.
Seyircisine olayları izleyip dertlenen bir komşu, uzak bir akraba veya bir dost duygusu yaşatan kaç film vardır ki!
Ya Fahir Atakoğlu’nun filme yaptığı güzelim müziklere ne demeli! İnsan tekrar tekrar dinlemek istiyor.

*****


Şimdi anlatacağıma bakıp...
Şu koca adamın hali nedir, demeyin sakın!
Ya da derseniz deyin!
Filmi seyrettikten beri iki gündür rüyamda şu sahne var...
Sabahın köründe denizde yüzüyorum.
Bahar görünüyor tenha kumsalın başında.
Denizden çıkıyorum.
Akşam Bahar için kavgaya girmiş, yumruk yemişim. Sol gözüm mosmor.
Bana doğru yürüyüp avcunu hâlâ sızlayan elmacık kemiklerimin üzerine bastırıp soruyor: “Çok acıyor mu?”
“Iııh”layıp içimi çekiyorum belli etmemeye çalışarak. Acıyor çünkü.
Aynı yaştayız ama o benden uzun.
Eğilerek gözlerimin içine bakıp o sözü ediyor Bahar!
Hiç unutamayacağım, hep tekrarlansın isteyeceğim o sözü...
“Çok merak ettim seni!”
Elimi mayomun cebine atıyorum. Şey, diyorum, şey...
Avcumda kırmızı bir deniz yıldızı var.
“Bahar, bak bunu senin için çıkardım.”

*****


NOT DEFTERİ

Bulut müzikler vardır. Mozart’ın sonatları küçük beyaz yuvarlak bulutlardır. Ravel’in ve Satie’nin uzun tiftiklenmiş bulutları, Beethoven’in ağır ve kara katman bulutları sonra... Brahms’ınkiler karanlık göğü delen kırmızı yangın ışıkları gibidir. Bilemezsiniz o ışığın nerden geldiğini; cennetten mi, cehennemden mi, güneşten mi, umuttan mı...
HÉLÈNE GRIMAUD (Özel Dersler)

DİĞER YENİ YAZILAR