Yaprak Dökümü’nden Akşam Güneşi’ne...

Haberin Devamı

Bir iki kez göz attım ama hiç doğru düzgün izlemedim Yaprak Dökümü’nü..

Hatta kaçındım bundan.

Neden? Reşat Nuri Güntekin’in romanıyla bu dizi arasındaki uçurumun gitgide açılmasını izlemeye dayanamadığımdan mı?

Dizinin bir tür “Yalan Rüzgârı” halini almasından mı?

Bilmiyorum! Aslında öyle tutuculuklarım yoktur.

Kaldı ki, olayları başka bir zaman dilimine taşıyan; ister istemez reyting hesapları yapan ve başarılı da olan bir dizinin sıradan kaderidir bu.

Ama Yaprak Dökümü dizisinin tek tük de olsa bazı izleyicilerini Reşat Nuri okumaya sevk etmesi çok hoşuma gidiyor. Burası kesin.

***


Geçen gün Yaprak Dökümü dizisini hipnotize halde izleyen bir arkadaşımın bu etkiyle hem Yaprak Dökümü romanını, hem de Çalıkuşu’nu okuduğunu öğrendim.

Bana şunu da sordu arkadaşım: “Dikkat ettim, Reşat Nuri’nin ergen ve genç kız tiplemeleri çok çarpıcı! Şaşırtıcı bir tanıklık sanki! Bunun özel bir nedeni var mıdır?”

Bu soru benim için de anlamlıydı.

Çünkü romancının az bilinen “Akşam Güneşi” romanını yeni bitirmiştim ve orada da böyle muhteşem bir Jülide karakteri vardı. Hatta bir de Ayşe karakteri...

Belki de, dedim arkadaşıma; Reşat Nuri Güntekin’in 23 yaşında başlayan ve 1927’ye kadar on beş yıl süren öğretmenliğinin bunda büyük payı vardır. Hele dönemin namlı okulları Erenköy Kız Lisesi ve Çamlıca Kız Lisesi’nde bulunduğu düşünülecek olursa...

***


Güneş güzele vurur, derler ya hani, özellikle de akşam güneşi...

Bana kalırsa akşam güneşi güzele vurmaz ama vurduğunu güzelleştirir.

Ama unutmamalı ki akşam güneşi, alınan son derin nefes gibidir.

Başlangıcın aydınlığı değil, kapanışın alacakaranlığıdır.

Kahkaha değil, incecik ve kederli bir gülümseyiştir.

Birazdan ışık gidecek, “ufukta beliren lal rengi dereler” kuruyuverecek, karanlık bütün gücü ve hakikatiyle çökecektir.

Reşat Nuri Güntekin tam da böyle bir tutkuyu anlatıyor bu güzel romanında.

20. Yüzyıl başlarında, Ege’de bir adada geçen, fırtınalı ve hep gizli kalmış imkânsız bir tutkuyu...

Gencecik Jülide’nin 40’larındaki akrabası Nazmi Bey’e duyduğu gizli ve marazi aşk ile çiftliğine kapanıp ölümü beklemek üzere dünyadan elini ayağını çektiğini sanan Nazmi Bey’in Jülide’ye bağlanınca yeniden kıpırdamaya başlayan kalbini anlatıyor...

***


Nereden çıktı bu “Akşam Güneşi” romanı diyeceksiniz şimdi?

Bir akşam Asude kıraathanesinde, sevgili dostlarım ve meslektaşlarım Ahmet Kekeç ve Selahattin Yusuf’la sohbet ediyorduk. Değeri bilinmemiş romancı ve romanlardan konuşuyorduk.

Öyle ya, siyasal ahmaklıkların kamplaşma döneminde en iyisi ara sıra edebiyatın kucağına sığınmaktı.

Etraftan gelen nargile fokurtuları, okey taşlarının patırtısı umurumuzda değildi.

Faulkner’den Hesse’ye, Tanpınar’dan Refik Halit Karay’a geniş bir alanda at koşturuyordu zihinlerimiz...

Bir ara, “galiba okullarda roman ve romancıları ders malzemesi yapmaya karşı çıkmak gerekiyor,” dedim. “Öyle ezberci ve zevksiz bir müfredat içinde okunan yazarların suratına bir daha bakmak istemiyor kimse!”

Ahmet atıldı hemen ve “vallahi doğru” dedi; “mesela Reşat Nuri’nin Akşam Güneşi’ni okudun mu? Harika bir roman ya! Ama kimse farkında değil!”

300 küsur sayfa süren o güzel macerayla tanışmam böyle oldu işte!

***


Bir markette DVD’lere bakıyordum.

Ne göreyim: Türkan Şoray’lı, İzzet Günay’lı 1966 yapımı Akşam Güneşi filminin DVD’sini çıkarmış bir firma!

Hemen aldım!

Ertesi sabah çayımı koyduğum gibi ekranın karşısına geçtim; filmi takıp izlemeye başladım.

Romanda Balkan çetecileriyle savaşırken yaralanıp sakat kalan Nazmi Bey, filmde Kore gazisi olmuştu!

Bu olsun ama senaryo, diyaloglar, rol dağılımı ve oyunculuk hiç olmamıştı!

Türkan Şoray’ın bir iki sahnesi hariç tam bir düş kırıklığıydı film.

Kapattım DVD’yi.

Kitabı alıp yeniden sayfalarını karıştırmaya başladım.

Hele yazar sık sık çevreyi saran sakız ağacı kokusundan; çıkan lodosla birlikte karşı kıyıları kızıla boyayan akşamüstlerinden bahsediyordu ya!..

Onu hangi filmde bulabilirdim ki!

*****


NOT DEFTERİ

Bu adaya geldikten sonra müthiş bir kitap düşmanı kesilmiştim(...) Fikrimce insanlara kitap okutmak, kanatları kesilmiş, ayakları bağlanmış kuşlara geniş ufukları göstermek gibi büyük bir zulümdü.

(AKŞAM GÜNEŞİ. R. N. Güntekin. İletişim Yayınları.)


DİĞER YENİ YAZILAR