Pazar notları

Haberin Devamı

- Güneşli bir hafta sonu. Herkes yollara dökülmüş. Saat 12.45... Kadıköy’den çıkış yok! Ne Boğaziçi Köprüsü’ne ne de Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’ne çıkış var!.. Otoyollarda bile trafik ilerlemiyor. Oysa herkes çarçabuk bir yerlere varıp fırsat bu fırsat, güneşli İstanbul’un tadını çıkarmak istiyor. Tam da bu yüzden hiç kimse kıpırdayamıyor!..

- “Trafik sıkışıklığı” lafı gerçeği anlatmıyor. Doğrusu şu ki, şehir sıkışıyor artık... Şehrin nefesi, yüreği, gövdesi, ruhu sıkışıyor.

- Son yirmi beş yılda İstanbul’un nüfusu yaklaşık 2.5 katı arttı; yollara dökülen motorlu araçların sayısı ise tam sekiz kat. Bu artışa uygun bir şehir planlaması hiç gündeme gelmedi. Şimdi çok geç! Bu vücut bu ağırlığı çekmez.

- İstanbullular trafiğe maddi çözüm bekleyerek boşuna canlarını sıkıyor. Trafiğin tek çözümü var artık; psikolojik bir çözüm! Sabırlı olmayı; taşıtlarla yolculuktan değil, taşıtlarda vakit geçirmekten hoşlanmayı öğrenmemiz gerekiyor. Mümkün mü bu? Zor, eski oyunları bozar, yerine yenisini koyar.

- Hep unutuyoruz: Romeo ve Jülyet yeni yetmeydi...

- Yani Romeo ve Jülyet çocukluğun o asude ve korunaklı neşesinden henüz çıkmış ve belirsiz bir geleceğe doğru “fırlatılmış” olmanın hüznüyle birbirlerine tutunmuşlardı!

- Aşk... Bir tür ergenlik hali... Âşıklarla ergenler o yüzden mi birbirlerine benziyor? Ah insanı elden ayaktan düşüren o heyecan!

- O yüzden mi, insan olgunlaştıkça (içindeki ergen duyguları sararıp soldukça) âşık olma yetisini de ağır ağır kaybediyor?

- Yine Romeo ve Jülyet efsanesine dönelim... Ya her şey yolunda gitseydi! Çatışma aileler arasında değil de, iki yeni yetmenin romantik beklentileriyle hayatın gerçekleri arasında baş gösterseydi! Ne olurdu? Çağlar aşan bir trajedi yerine sıradan bir komedi çıkardı karşımıza. O da en iyi ihtimalle!..

- Kimi psikanalistler Romeo ve Jülyet efsanesinde tutkunun kendisini savunan ölümcül yüzünü görürler: Aşkları ağır ağır zehirleyen sürekli beraberliğe gönül indirmektense ailelerinin düşmanlığını “kullanarak” o zehri bir seferde içivermeyi tercih ettiler!

- Çello çalan kadın... Bu kez sevgilisine (çalgısına) çocuk muamelesi yapar gibi... Eğilip ağzını kapatıyor, saçlarını öpüyor, onu bacaklarının arasında sıkıştırıp göğsüne bastırıyor... Mahrem bir ana tanıklık etmek zor. Başımı öte yana çeviriyorum.

- Diyor ki, “ne beklemek ne de ummak istiyorum, sadece sevmek istiyorum!” Güzel, diyorum, güzel fakat imkânsız! Beklemeden ve ummadan sevmek imkânsız! Susuyor ve sonra “başka bir sevgi, bu kadar yalın bir sevgi mümkün olmalı” diyor; “yoksa hepsinin kapısı acıya çıkıyor!”

DİĞER YENİ YAZILAR