Sıradan bir gece, sabaha karşı

Haberin Devamı

Tony Cicoria 42 yaşında bir ortopedi cerrahıydı...

Yağmurlu bir günde altına sığınıp bir yandan da annesiyle görüştüğü telefon kabinine yıldırım düştü.

Önce “bittim ben artık” diye düşündü Tony. Ama yüz felci gibi geçici ârazlar dışında başına ciddi biçimde tatsız bir şey gelmediği çok geçmeden anlaşıldı.

Birkaç hafta sonra işine, normal hayatına geri döndü.

Fakat küçük ve hoş bir tuhaflık vardı! Tony Cicoria’nın içinde piyano müziğine karşı kuvvetli bir açlık oluşmuştu. Dur durak bilmeden piyano müziği dinliyor ve asla bıkmıyordu. Bu daha önce hiç yaşamadığı bir şeydi.

İş o kadar ilerledi ki, kafasında dönüp dolaşan melodileri notaya dökmek istedi. Piyano eğitimi almaya, nota öğrenmeye başladı. Artık sürekli piyano başındaydı. Çalıyor, çalıyordu.

Karısı şaşkındı, olanlar karşısında umutsuzluğa kapılmak üzereydi

Neydi bu peki?

Nöroloji literatüründe rastlanan en şiddetli müzikofili vakalarından biriydi Tony Cicoria. Yıldırım çarpması beyninin elektrik yazılımını silip yeniden düzenlemişti.

Ve böylece yeni bir insan doğmuştu!

Daha doğrusu talihsiz cerrah bu olay sonunda müzik yapmaya karşı neredeyse mekanik açlık duyan bir müzisyen olup çıkmıştı!

***


Gece... Saat 02.55.

Oliver Sacks’ın kaleme aldığı Tony Cicoria’nın öyküsünü okumaya çalışıyorum.

Yorgunum aslında.

Gelip geçen akşamdan kalma yorgunluğum. Açık bir kalbin, fena halde karşık bir kafanın, güzel gözlerin, simsiyah saçların yorgunluğu...

Yine de gecemi uykusuzluğun ellerine teslim etmeye kararlıyım. Sabaha kadar okumak iyi gelecek, kesin. Bir de yumuşak bir kahve yanında!.

Ama o “talihsiz cerrah” sözüne takılıyorum birden.

Bana pek talihli bir adam gibi geliyor Cicoria!

Hani bir yıldırım da bana düşse, kendi halinde bir rock gitaristine dönüşsem; yaşıma başıma bakmadan kıytırık barlardan birinde haftada bir çalsam, söylesem falan...

Öyledir ya...

Davulun da, piyanonun da, gitarın da sesi uzaktan iyi gelir! Oysa yakından bakınca; hastalık, hastalıktır.

***


Birden yerimden kalkıp Hélène Grimaud’nun yeni aldığım CD’sine uzanıyorum.

Şimdi onun parmaklarından “Der Sturm”u dinlemenin tam zamanı. (“Fırtına” sonatı. Opus 31. No 2)

CD’yi yerleştirip aletin düğmesine basıyorum.

Beethoven’ın sağırlığa doğru hızla ilerlediği döneme ait o muhteşem piyano yapıtının ilk notaları yükselmeye başlıyor.

Hélène Grimaud bu sonat için “biraz siyah biraz mavi bir parça” diyor. Bense mosmor bir müziği içime çektiğimi hissediyorum.

Gece... Saat 03.25.

Bir yandan da bilgisayarımı açıyorum.

Zaman nasıl değişti! Artık uykusuz gece demek açık bilgisayar ve ekranda yanıp sönen MSN uyarıları, göz atılıp geçilen haberleşme siteleri demek...

İnternetin güzelliği işte: Bir tıkta Şeyh Galib’e ulaşıyorum

“Tedbirini terket, takdir hüdanındır/Sen yoksun, o benlikler hep vehm ü gümanındır.”

Ürpermemek elde mi?

Tam o sırada sonatın üçüncü bölümü; allegretto yani “hızlı fakat oturaklı” bölümü başlıyor. Hem doyum hem düşüş noktası. Bayılıyorum.

***


Sabah yaklaşıyor... Saat 04.42.

Şimdi uzaklardan bir yerden küçük bir balıkçı teknesinin çok hırpalanmış pancar motorunun taka takaları kopup gelse...

Ya da uzaktaki asfalttan hızla geçen bir mobilet patırtısı..

Ne ilginç, değil mi? Kesinkes gürültü sayılabilecek, çoğu kişinin işittiğinde öfkeleneceği sesler bile yerine göre özlem kaynağı olabiliyor.

Hızar seslerinin havayı doldurduğu durgun ikindiler mesela...

Sesler imgeler gibi değil. Zihindeki etkileri dağılıp gidiyor; öyle kolay kolay hayal edilemiyorlar.

Yerimden kalkıp kitaplığın rafına uzanıyor, bir zamanlar deniz kıyısından toplanmış üzerinde gri hareler bulunan beyaz taşa dokunuyorum. Taşa dokununca zihnimdeki pancar motor, mobilet, hızar sesleri belirginleşiveriyor.

***


Sabah... Saat 05.30.

Kimbilir kaçıncı kezdir “Fırtına” sonatı dönüyor müzikçalarda.

İşitmiyorum artık, sesleri ayırt edemiyorum.

Varoluşa ve aydınlanan gökyüzüne şükredip uykuya yatıyorum.

Ama nasılsa boşluğuma geliyor, şeytan dürtüyor!

TV’nin düğmesine dokununca bir yabancı kanal açılıveriyor: Yaklaşan global ekonomik kriz anlatılıyor ekranda!

Üzerimde münasebetsiz bir ekonomist-finansçı havası peydah oluyor.

Gel de uyu şimdi!



DİĞER YENİ YAZILAR