İlişkiler... Yaşanır biter mi?

Haberin Devamı

Gece treninde bir çift...
Adam, İtalya’da geçen günlerin sonunda yakalandığı ishalden bitkin düşmüş, derin uykusunda.

Yanıbaşındaki kadın ise uyanık.
Adam Amerikalı, Kadın Fransız.
İki yıldır New York’ta birlikte yaşıyorlar.
Kadın gözlerini kompartımanın tavanına dikmiş, düşünüyor.

Günümüzde iki yıl süren düzenli bir ilişkinin 20 yıl süren evliliklere benzediğini; adamın Venedik’te sıkıntıdan patladığını, oysa kendisinin bu seyahate bayıldığını ve bayılmasının nedenlerini bir bir aklından geçiriyor...

Venedik’ten kalkan tren hızla Paris’e doğru yol alıyor. Kadın bir ara “Ah İtalya!” diyor, “Kırmızılar, yeşiller, maviler. Orada griler bile parlak!”

***


Bir filmin açılış sahnesi bu...

Filmin adı “Paris’te 2 Gün.”

Bazen çok keskin gözlemci, bazen küfürbaz, bazen dalgacı ama kesinkes çok sevimli bir film.
Benim gibi daha afişte romantik-komedi lafını görünce bucak bucak kaçan birinin nihayet içini ferahlatacak kadar sahici bir romantik-komedi...
Julie Delpy yazdığı senaryoyu çekmiş, başrolünde de oynuyor.

Hani “Gündoğumundan Önce” ve “Günbatımından Önce” filmlerinin sarışını...
Kamerayı yüzündeki çizgilere alabildiğine yakın tutmaktan kaçınmaması; gözlerine bir daha gitmemek üzere yerleşen hayat yorgunluğunu özellikle perdeye yansıtmak istemesi çok hoş.
Filmin bir iki sahnesine “belgesel” havası verecek kadar salaş bir anlatım seçmesi de...
Üstelik filmde canlandırdığı Marion karakterinin anne babası rollerini de kendi gerçek anne babasına oynatmış ve belli ki çekim boyunca pek eğlenmiş Julie Delpy.

***


Neyse...

Yolunuz bir sinemaya düşerse, hele şu karlı günlerde sıcak bir salonda, elde popcorn film seyretmek güzel olur, diyorsanız...
“Paris’te 2 Gün” hiç fena bir seçim olmaz, haberiniz olsun.

Bir kere film, kartpostal Paris’inde değil, çarşısı pazarıyla hakikisinde geçiyor. Bu önemli fark! Üstelik “romantizmin başkenti” türünden klişelerle de dalgasını geçiyor.

Sonra...

Tıka basa cinsellikle dolu modern kültürün cinsel hayatımıza gerçek bir canlılık getirmediğini de acımasız bir alaycılıkla ortaya seriyor.

Ama filmi görmemiş ve görmeyecek olanlara ise Marion’un, yani filmdeki otuzlu yaşlarının ortasını henüz geçmiş Parisli kadının filmin finaline doğru sarf ettiği şu sözleri aktarmak istiyorum. “İnsanların sizi delice sevdikleri günden hiçbir şey; evet hiçbir şey hissetmedikleri bir güne doğru ilerleyişleri beni şaşırtıyor.”

Aşk, ilişki, ayrılık, unutmak...

Tekrar aşk, ilişki, ayrılık, unutmak.
Modern ilişkiler dünyasının akışı bu sarmaldan ibaret...

Zaman geçiyor ve bir zamanlar çok sevdikleriniz unutkanlığın kara deliğinde kayboluyor.
Filmin kahramanı Marion işte o noktada...
Yeni bir ayrılığı daha kaldıramayacağını hissediyor.

Bir kez sevmiş olduğu adamın her sabah yüzüne hapşırmasını başka birinin öpücüklerine tercih etmeye karar veriyor. İyi de bu “karar”la olacak şey mi?

*****


Haftanın 5’i

* Çalışma masamın panjurları açık. Dışarda uzun boylu bir salkım söğüt ve bir çam. Kar üzerlerine üzerlerine yağıyor. Masamda bir fincan kahve ve açık bilgisayar. Ama bilgisayar başına oturup yazıya başlayan kim? Gözümü bu iki ağaçtan alamıyorum ki!

* Atlasjet’te ölen bilim adamları hakkında ne acayip komplo teorileri üretildi! İşin bilimsel gerçeğini ve asıl nerelerde çuvalladığımızı merak edenler onpunto.com sitesinde Canok Abisel’in “hızlandırılıyoruz” başlıklı analizi okumalı.

* Bu hafta da Çaykovski’ye devam. Bu kez 5. Senfoni. Op. 64. Direksiyon başında ise Sagopa Kajmer’den “monotonluk maratonu” adlı parça.

* Limonlu spagetti... Al dente haşlanmış spagettinin üzerine sızma zeytinyağı, parmesan peyniri, çekilmiş karabiber ve yarım limondan oluşan sosu döküyor, en üste biraz limon kabuğu rendeliyorsunuz.

* Capitol Alışveriş Merkezi. İki yıldır falan yolum düşmüyordu buraya. Çok değişmiş, güzelleşmiş. Café Clémentine açılmış. Sinemaları çok güzel ve rahat.

DİĞER YENİ YAZILAR