Alp Nuhoğlu ve bebeği kimin umurunda?

Haberin Devamı

Yanlış anlamalara çok açık ve kolayca tuzağa düşülebilecek bir konu, biliyorum.

Üzerine iki laf edenin bir kesim okurdan mutlaka abuk sabuk tepki alıp asabının bozulacağı da ortada!

Hiç girmesem daha iyi!

Ama gireceğim.

Medyatik iki yüzlülükler hasta ediyor beni çünkü!

O halde baştan alalım:

Diyelim ki Dr. Alp Nuhoğlu bizim Gülşen Yüksel’e günün birinde telefon açıp “hiç bebeğimizin sağlık durumunu sormuyorsun, o kadar iyi ki” deyiverdi...

Ve Gülşen de anlatmasını isteyince “bebeğimiz için çok üzüldüğümü bilen dostlarım beni New York’ta Hintli bir guruya götürdü. Çok özel bir adam. Dua etti ve muska benzeri bir şey verdi bana. İnanmayacaksın ama şimdi bebeğimiz o kadar iyi ki!” diye konuşsaydı...

Gülşen “gurunun duası tutmuş olabilir mi?” diye sorduğunda “Vallahi öyle olduğuna inanıyorum zaten” karşılığını verseydi...

Ki olayların böyle gerçekleşmesi ihtimali doğrusu daha yüksekti!

Neden?

Malum, Alp Nuhoğlu medyada magazin olaylarıyla daha çok öne çıkmış bir hekim. Ünlü bir jinekolog. Karısı Zeynep Tokuş’la birlikte hani İstanbul’u ziyaret eden Hintli guruların ayaklarını yıkayan “sosyetik” kesimlerle içli dışlı biri...

***


Peki her şey yukarıda hikâye ettiğim gibi olsaydı bu kadar büyük bir medya fırtınasına yol açar mıydı?

Alp Nuhoğlu’na heyecan ve öfkeyle “Pozitif bilimle uğraşan bir insan nasıl böyle davranır, böyle açıklama yapabilir?” diye yüklenilir miydi?

“Doktor bey kliniğinde duayla kısırlaştırma tedavisine başlayacak mı?” tarzında bel altı vuruşlar gelir miydi?

Hayatında bedduadan başka bir şey bilmeyenlerin “dua etmek” ve “bilim-din çelişkisi” üzerine fikirlerini dinlemek zorunda kalır mıydık acaba?

Bu soruların hepsinin cevabı tektir: Hayır, hiçbiri olmazdı!

Spiritüel konulara meraklı çevrelerde geçici bir dedikodu malzemesi olur, biraz magazin patırtısının ardından unutulur giderdi.

Ancak...

Olayın içinde “üfürükçü hoca” düzeyine indirilmiş Fethullah Gülen olunca...

İşin rengi değişiveriyor.

***


Din-bilim çelişkisiymiş, dua-tıp karşıtlığıymış, duaların iyileştirip iyileştirmediğine dair bilimsel araştırmaların sonuçlarıymış falan...

Hepsi... Hepsi hikâye!

Hepsi işin aldatmaca tarafına hizmet ediyor!

Aslında bu hikâyeyi allayıp pullayanların umurunda bile değil Alp Nuhoğlu’nun eğrisi doğrusu...

Kimse kendisini kandırmasın!

Bu işin büyümesine, bu kadar dallandırılıp budaklandırılmasına yol açan tek şey altında yatan Fethullah Gülen konusu...

*****

Resimde zanaata kesin dönüş!

Bir hafta önce kapanan 2. Uluslararası Çağdaş Sanat Fuarı’nı (Contemporary İstanbul Art Fair) kısa süre içinde iki kez ziyaret ettim.

İkisinde de çok keyif aldım. Gözüm gönlüm şenlendi. Balkan Naci’ye rastladım; yapıtlarının bana kattıkları konusunda çok uzun yıllardır ona iletmek istediğim samimi teşekkürlerimi dile getirme fırsatını bulmuş oldum.

Ama esas şunu belirtmek istiyorum.

Son zamanlarda Batı’daki modern sanat galerilerini gezerken de yakama yapışan bir duygu bu kez içime kaskatı oturdu.

O ne mi?

Enstalasyonları ve heykelleri bir yana bırakırsak; resim sanatının bir noktaya gelip tıkandığı artık kesinleşmiş.

Güneşin altında yapılmamış bir şey yok gibi...

Tuvalin üzerinde kalarak ileri doğru gidecek yol yok!

Dönüş geriye...

Zanaata. El işine. Hünere...

Hatta ressamın ne “yarattığı”na değil de, resim başında ne kadar ter döktüğüne değer verilen bir durum ortaya çıkmış.

Neredeyse her resim, her ressam için geçerli olan bu artık. Tuvallerden değil, duvar tezyinatından söz etmek daha doğru belki de!

Bir ara dev bir tuvale bakıyordum. Etkileyici bir resimdi. Tuvalin zemininde duvar kağıdı motifleri, üstte belli belirsiz yüzler vardı. Güzel galeri sahibesi kulağıma şöyle fısıldadı: “O duvar kağıdı motifleri yapıştırma değil, elle tek tek yapılmıştır.”

Kötü müydü peki resim? Tersine. Çok güzeldi.

Ama güzellik başka bir şey, sanatsal heyecan bambaşka bir şey.

DİĞER YENİ YAZILAR