Taş fırından Marie-Antoinette'e...

Malum, İstanbul'u "taş fırın"lar, "odun ekmeği" yapan ekmekçiler sardı. Oturduğum civar da öyle. Bakkallar fabrika ekmeği, fırınların hepsi odun ekmeği satıyor...

Haberin Devamı

Malum, İstanbul'u "taş fırın"lar, "odun ekmeği" yapan ekmekçiler sardı. Oturduğum civar da öyle. Bakkallar fabrika ekmeği, fırınların hepsi odun ekmeği satıyor...
Geceyi ertesi güne bağlayan saatlerde o fırınların önünde durup ekmek almayı ve eve gidince sıcak ekmeğin birkaç lokmasına güzel bir Ezine peyniri parçasını katık etme alışkanlığı geliştirdim son günlerde.
Geçenlerde bu fırınlardan birinde, hamurları önündeki ahşap küreğe dizen ustaya "odun ateşinin farkı ne?" diye soruverdim.
"Tövbe, tövbe, şimdi sırası mı!" diye içinden geçirdi mi, bilmem.
Kafasını kaldırdı, elinin tersiyle alnındaki terleri silerken bana baktı ve sordu: "A, abi! ne olacak bizim Fener'in hali?"
Haydaa!.. Ardından benim sorumu unutmadığını belirten bir hareket yapıp "çıtır oluyor, çıtır" dedi.
Kabuğu kalın, bu yüzden de çıtır çıtır ekmeğimi alıp arabaya bindim. Düşünmeye başladım.
Kabuk mu, iç mi? Kabuğun dişe gelmesi neden bu kadar hoşumuza gidiyor?
İçin yumuşak ama pişkin tutulması, ancak ve ancak kabuğun sert ve kalın olmasıyla mı mümkün? Buyrun bakalım!
Yok, çağrışım sıçramaları yapıp gençlerin moda ettiği ve şimdi hepimizin pek tuttuğu "çıtır" sıfatına ve "kabuk fetişizmi' ne filan gönderme yapmayacağım.
Çocuklar Duymasın'ın Haluk'unun artık iç bayıcı hale gelen lakabı var ya! Taş fırın erkeği... Ona da dokunmaya niyetim yok.
Gerçekten de, taş fırın ekmeği (mazot veya elektrik değil de, odun ya da çalıyla pişen ekmek) yavaş yavaş piştiği için kabuk kızarmış, kalın, kıtır kıtır oluyor, sünger gibi kabardığından içi de olgunlaşıyor. O kabuktan sıcağı sıcağına koparıp almak binlerce yıldır insanoğlunu en mutlu eden anlardan olsa gerek...
Eve girdim, mutfağa yöneldim.
Bu kez peynir yerine tezgâhın üstündeki zeytinyağı çekti beni. (Zeytindağ zeytinyağlarından haberiniz var mı, benim yoktu. Bir tesadüf sonucu tanıştım Zeytindağ sızma yağıyla. İnsanın bir anda güneş sarısı, çivit mavisi tabaklarla süslü bir Ege sofrasına götürüyor!)
Ve...
Ne alakası varsa, aklım kraliçe Marie-Antoinette'in lafına gitti. Fransız devrimi sırasında ettiği iddia edilen o meşhur münasebetsiz lafa: "Halk ekmek bulamıyorsa, pasta yesin!"
Aklım takıldı. Ekmeği, zeytinyağını bırakıp doğru çalışma odama gittim. (Bazen hiç sıkmam kendimi, bazen de böyle tuhaflıklarım olur!)
Biraz araştırınca şaşırdım kaldım, bilmiyormuşum. Aranızda bilmeyenler varsa, sizlere de aktarayım diyeydi, bunca laf kalabalığı...
Marie-Antoinette, lafı ettiyse (çünkü kimi kaynaklar talihsiz kraliçenin hiç böyle bir laf etmediğini iddia ediyor) bile kastettiği bu değilmiş ki!
Kraliçe "halkım ekmek bulamıyorsa, brioche yesin" demiş. Brioche, günümüzde şekerli, sütlü bir tür kek.
Ama 18. yüzyılda "brioche" saf undan yapılmayan bir tür karışık malzemeli ekmekmiş.
Anlayacağınız, kraliçe halkla dalgasını geçmemiş. Bir bakıma "burjuva işi saf un ekmeği bulamıyorlarsa köy ekmeğiyle idare ediversinler" demiş...
Bazı tarihçiler o zamanın brioche denen hamur işinin bugünün şipşak "pancake"lerini andırdığını söylüyor.
Desenize, yalnız bugünün ünlülerine değil, tarihin sivrilmiş kimliklerine karşı da fırsatını bulduk mu, hain numaralarçekmekten kaçınmıyoruz!
O laf, bütün dünyada Marie-Antoinette ismiyle yapışık kardeş gibidir. Yakıştırıp yapıştırmışız bir kere...
"Gerçeğin ne önemi var, önemli olan sembollerdir" diyen iki ucu keskin bıçak bir çizgi popüler tarihe egemen olmuş.
Acaba diyorum, İstanbul'un lüks sitelerinden çıkıp köy ekmeği, çavdar ekmeği üreten fırınların arasındaki yolları aşıp şehrin merkezideki kafelerde Amerikan taklidi pancake'ler yemeye koşan şık hanımefendi ve beyendileri görebilseydi Marie-Antoinette, ne derdi?

Televizyon

Bari şehir adlarına dikkat edin
Digiturk'un Alice, National Geographic ve Discovery Channel gibi kanallara, isteyenler için Türkçe seslendirme yapması harika. Çok yararlı.
Fakat bazen çeviriler bizde yabancı dil bilmenin ne kadar eğreti bir kültürel formasyona yaslandığını gösteriyor.
Bir İngilizce deyimi "bu çorbada benim de tuzum var" diye Türkçeleştirebilenler (sözlükte karşılığını bulmuşlar demek ki!) bir İtalya belgeselinde Napoli yerine, yüzlerce kez "Neypıls" diyebiliyorlar...
Ayrıca bütün Pekin'ler, hâlâ "Beyjing!"
Kimse bizim bildiğimiz Çin'de, "beyjing" diye bir başkent yok ki, diye aklından geçirmiyor mu?

DİĞER YENİ YAZILAR