Peki bunlar neden korkutmuyor bizi?

Haberin Devamı

Bu nasıl iştir, artık anlayamıyorum! Ortalıkta korkudan geçilmiyor. Mahalle baskısından korkuluyor, Malezya olma ihtimalinden korkuluyor, türbandan korkuluyor, anayasa taslağından korkuluyor, iktidardan korkuluyor, muhalefetten korkuluyor, yeni bir darbeden korkuluyor, bölünmekten korkuluyor...

Ortalıkta korkudan geçilmiyor.

En gözde duygumuz korkmak.

En temel sosyal dayanışmamız, geleceğimizden duyduğumuz endişe. Ancak korkulacak bazı başka konular var ki, içimizde yaprak bile kıpırdamıyor!

Hrant Dink cinayeti mesela...

***

“Mahalle baskısı” kavramı birdenbire büyüyor; memleketin en büyük tartışması oluyor fakat üzerinden 7.5 ay geçmesine rağmen ne kamuoyu ne de medya, Dink cinayetinin karanlık arka planını gerektiği gibi güçlü biçimde mercek altına alıyor.

Belgeler, kanıtlar, ilişkiler ortada ama tartışma yok!

Bu cinayetten kalkarak ülkenin geleceğine dair endişelenecek çok şey var oysa.

İki gün önce sanıkları mahkeme salonuna götüren Adalet Bakanlığı’na bağlı resmi araçta “Ya sev ya terk et” amblemini görünce dehşete düşüyoruz. Herkes birbirine “nasıl olur böyle şey?” diye soruyor. Fotoğraflar, haberler, manşetler. Sonra iki gün geçiyor. O da unutuluyor.

***

Malatya’daki katliam da öyle!

Hayret ettik bu vahşete, bu kadarını aklımız almadı! Kınadık, nefret ettik ama hiç tartışmadık!

Tartışmayı, kamuoyunun gündemi yapmayı hiç düşünmedik.

Şimdi “Türkiye Malezya olur mu” tartışmasıyla sayfalarını dolduran gazetelerimiz ve birdenbire sosyolog kesilen köşe yazarlarımız Malatya’da 3 Hıristiyan’ın hunharca öldürülmesinin sosyolojisini tartışmaya ise hemen hiç yanaşmamışlardı.

Katliamdan sadece birkaç gün önce meşhur Tandoğan mitinginde kürsüden misyonerlere çok ağır biçimde saldırılmasına da aldırmamıştık.

Hıristiyan misyonerliğine karşı tehlikeli nefretin hangi “ulusalcı” çevrelerde tırmandırıldığı umurumuzda olmamıştı.

Sonuçta, alışıldığı üzere bu olayı da unuttuk, unutturduk.

Geriye “korku-endişe” kalmadı.

Bakıyorum da...

Sosyal ve siyasal korkuları kategorize eden bir mekanizma var gibi!

Neden, nelerden korkacağımız baştan belirlenmiş!

Başka hiçbir konuda endişelenmemiz, korkmamız istenmiyor sanki.

Bu ülkenin gencecik insanları yine birbirlerini kırmaya şartlandırılıyor da olsa...

Bazı malum çevreler nefret ve şiddet ateşini yine harlıyor da olsa...

Çete üstüne çete kuruluyor da olsa...

Bu ülkenin Malezya olmasından korkup tartışmak serbest, fakat mezbaha olmasından korkup tartışmak ve bu süreci durdurmak için çaba göstermek yasak!

Öyle mi?

Öyle mi sahiden?

*****

SİNEMA

Görüşme’nin ilk yarısı

O kadar sıradan ki, çok güzel bir kadın... Ama bir yandan da sinemanın o ünlü yıldızlarından biri olamayacak kadar gerçek...

Genç kuşak sinema oyuncularından Siena Miller’a hep böyle bakmışımdır.

Geçenlerde seyrettiğim, Steve Buscemi’nin yönettiği Görüşme/Interview filmi genç aktris hakkındaki bu izlenimimi daha da güçlendirdi.

Filme Görüşme adını vermek yanıltıcı aslında. Bildiğimiz röportaj-söyleşi burada kastedilen.

Ünlü pembe dizi oyuncusu Katya’yla (Siena Miller) onun hakkında hiçbir bilgisi olmayan savaş ve politika muhabiri Pierre’in (Steve Buscemi) yaptığı röportaj sırasında yaşananlar... Film bundan ibaret.

Görüşme, zaman ve mekânın sürekli değiştiği, çok çeşitli karakterler bulunan filmleri sevenlere göre değil belki. Çünkü iki kişilik tiyatro oyunlarından uyarlanmış filmleri andırıyor. Neredeyse tek bir mekânda ve kısa bir zaman dilimi içinde gelişip serpiliyor.

Özellikle ilk yarısı çok hoş Görüşme’nin.

Diyaloglar ve oyunculuk harika.

Hikâyenin karşımıza çıkardığı şımarık fakat depresif ünlüler, onların medyayla ilişkileri ve hayat tarafından fena hırpalanmış politika muhabirleri tablosu; hele hele bu tablonun içerdiği mitomanik doz; yani zekice sözlerin örtemediği yalanların havada uçuşup durması pek tanıdık geldi doğrusu.

DİĞER YENİ YAZILAR