Pazar notları

Haberin Devamı

Tam 13 yıl önce Yeni Yüzyıl’da şöyle yazmıştım: “Sevgili olmak-çift olmak... İki ayrı nokta. Ve bu iki nokta arasında en kısa mesafe sonsuzluktur.” Düşündüm de hâlâ aynı kanıdayım. “Çift olma”nın; iki insanın hayatta birbirlerine düzenli biçimde eşlik etmelerinin temel kıstasları kişisel güvenlik, ekonomik rasyonalite ve erotik gerçekçiliktir. Bu kıstasların hiçbirinin sevgililikle ilgisi olmadığını yeniyetmeler bile içten içe bilirler. Ama yeniyetmelerin bilmediği bir şey var: En asosyal sevgililer bile zaman içinde sosyalleşip “çift” olmaya başlar. Zaman aşktan değil, “çift”ten yanadır.

İnsan kahveyle kendini, çayla dünyayı seviyor. Kahvenin hafif otoerotik bir yanı var. Çay ise nasıl da konuşkan ve dost canlısı.

Hayatı sevmek, doyasıya yaşamak için ölüme “öcü” gibi davranmak gerektiğini sanan modern kalabalığın ahmaklığı üzüyor beni. Korkuyla kavrulan bir ruh, huzursuz bir bilinç neyin keyfini, değerini, güzelliğini kavrayabilmiş ki, hayatınkini kavrayabilsin?.. Ama ölümü “kaza” veya “arıza” gibi görmeye çalışan ama ölümün her canlı için mukadder olduğunu görmezden gelen modern kültür, hayatla nasıl barışabilir?

Psikanalistler erkeklerin hediyelerinden çok kuşkulanırlar. Özellikle de sevdiğini durmaksızın armağanlara boğan erkeklerden... Neden mi? Çünkü bu erkekler ya “kendinden” çok az verdiği için durmadan hediye vermektedir ya da... Haz verdiğinden emin değildir, o yüzden hiç değilse hediye verdiğinden ve çok verdiğinden emin olmak istiyordur.

(“Erkeğin armağanlara odakladığı bir ilişki=erken boşalma” diye düşünen psikanalistlerden şimdi hiç söz etmesek daha iyi olacak!)

Neden âşıkların hediyesinin çiçek olduğu fikri bu kadar yaygındır? Çiçek nesnelere benzemez. Ölür çiçek, kurur. Ömrü uzun değildir. Güzeldir çiçek, nesnelerle kıyaslanmayacak kadar narindir. Bundan mıdır en gözde hediyenin çiçek olması? Galiba kadınlar çiçekte kendilerini buluyorlar, erkeklerse ilişkilerini...

Dolunay, İzmir-Çeşme otoyolunun üzerine iniş yapmak üzere olan bir UFO’yu andırıyor. Büyüleyici. Baktıkça daha fazla bakmaktan alamıyoruz kendimizi. Dolunay bir mucizeyi andırıyor; her ay tekrarlanan ve asla sıradanlaşmayan bir mucizeyi.

Güvenilmeyecek adama güvenmediğinizde kimse sizi ayıplamaz. O halde neden kendinize güvenmediğinizde uygunsuz bir şey yapıyormuşsunuz gibi davranılıyor; neden kendine güvenmeyenlere “zavallı” gözüyle bakılıyor. Oysa güvenmek için donanım gerekir. Başkasına neden güvenirsiniz? Bu özelliklere, bu donanıma sahip olduğu için. Kendinize de ancak bu donanıma sahipseniz güvenebilirsiniz. Gerisi teselli, aldatma, boş yere sırt sıvazlamadır. “İnsan kendine güvenmeli”ymiş!! İyi de neyine?

Kimimiz çocukluğunu geri ister. Şefkat ve korunma arzusu... Geri dönmek imkansızdır. Ama birisi, özel seçilmiş birisi bizim için “ebeveyn” rolü oynayabilir. İşte aşkın sahnesi!..

Uzun bir sessizlik! Sanki dünya dua ediyor...

Sevdiklerimize yapılacak iyiliklerden birinin onları “yabancı”lardan değil, asıl kendimizden korumak olduğunu biliyoruz. Ama hiçbir zaman o kadar “iyi” olmaya yanaşmayız. Zaten sevdiklerimiz de böylesine dürüstçe “iyi” olmamızı istemez.

DİĞER YENİ YAZILAR