MFÖ konserinde şarkılardan fal tuttum

Sevdiğiniz grupların ya da şarkıcıların konserlerinde şarkı tutma oyunu oynar mısınız? Yetişme biçimimize göre hayatla bu türden cilveleşmeler nedense pek erkeklere uygun bir şey sayılmazdı. Öyle öğrenmiştik!

Haberin Devamı

Sevdiğiniz grupların ya da şarkıcıların konserlerinde şarkı tutma oyunu oynar mısınız?

Hani “bundan sonraki şarkı senin olsun, sonraki benim” oyunu...

Yetişme biçimimize göre hayatla bu türden cilveleşmeler nedense pek erkeklere uygun bir şey sayılmazdı. Öyle öğrenmiştik!

Ama yıllar boyu kimi radyo programlarını kimselere çaktırmadan bu eğlencelik fal tutma oyununa “alet” ettiğimi şimdi itiraf edebilirim.

Neyse...

Geçen akşam MFÖ konserinde böyle bir oyuna açık açık katıldım.

Bundan sonraki şarkı benim dedim yanımdakilere; benim için çalınacak, beni anlatacak, bana fal olacak!..

Sonra anlamı kendinden menkul garip bir heyecan başladı hepimizde!

Gitarlar ağır ağır girdiler melodiye. Ardından içinde yaz rüzgârları esen güzel vokal geliverdi.

“güneş doğar, güneş batar
ama insan uyumaz bazen
düşünür...
geceler kısa çabuk geçer
ama insan uyumaz bazen
düşünür
deniz masmavidir ne güzel
ama insanlar görmez bazen
şiirler şarkılar masallar
ama insanlar duymaz bazen
üzme kendini ümitsiz gibi
sevenin var bak ne güzel”


***

Güzel bir Tünel-Asmalımescit akşamıydı.

Sokaklar canlı, neşeli, kıpır kıpırdı.

Önce Otto’da (Alaçatı’daki yerlerini açmışlar, meraklısına duyururum) yenilmiş içilmiş, kalkıp House Cafe’ye gidilmiş, o muhteşem ayna duvarın altında sohbete dalınmıştı.

En sonunda, yani 23.00 sularında da Babylon’un asma katında yerimizi almıştık.

Düşündüm de, MFÖ konserine gitmeyeli epey zaman olmuştu.

Doğrusu, en son hatırladığım Mazhar’ın absürd konuşmalarının dinleyiciyle bağı koparttığı, şarkıların “dostlar alışverişte görsün” kıvamında çalındığı, belirlenen süreden çok önce bitirilmiş bir konserdi. Hatırladığım anda unutmak istiyordum.

Ama rock müziğimizin efsane grubu bu sefer harikaydı.

Ele Güne Karşı’yla “canavar” gibi girdiler konsere.

En “baba” şarkıları arka arkaya çalıp havayı iyice ısıttılar.

Fuat’la Özkan’ın ses yarışmasına seyirciyi ortak ettikleri bölüm gecenin en eğlenceli, en renkli bölümüydü.

Mazhar çok şık, çok “cool” ve iletişime çok açıktı. Sahne önündeki bir genç, yanındaki kızı gösterip “ilk aşkım” dedi ve ekledi: “Siz de ilk şarkılarımsınız.” Mazhar beklemeden yapıştırdı cevabı: “Unutma, baban da ilk aşkını bizim şarkılarımızla yaşamıştı!”

Şunu da not etmek istiyorum: Grubun “Mecburen” şarkısı yeni bir “farkındalık”la seviliyor.

Babylon’u dolduran gencecik kalabalığın “Erken kalkmak mecburen/işe gitmek mecburen/eve dönmek mecburen/mecburiyetten” diye haykırırken bunu laf olsun diye değil, kendi çapında bir “isyan” olsun diye yaptığını gördüm desem, yeridir.

***

Konser sonunda kendimizi alelacele dışarı attığımızda kapıda bekleşen orta yaşlı çiftler dikkatimi çekti.

Kapı görevlilerine “bitmediyse, içeri girip son iki şarkıyı olsun, dinlememize izin veremez misiniz?” diye yalvarıyorlardı.

İstiklal Caddesi’nde yürürken şarkılar hâlâ zihnimde dönüp duruyordu.

O an karar verdim: Her yıl en azından bir kez MFÖ konserine gideceğim.

O sırada kimse bilmeyecek ama ben konser boyunca hem bugünü yaşayacağım hem de dünü yâd edeceğim!

Şimdi Kalamış yat limanının bulunduğu yerdeki çay bahçesi Köhne’nin hem ben ve arkadaşlarıma hem de Mazhar, Fuat ve Özkan’a “yuva” olduğu günleri; fuayesinde fıskiyeler, şelaleler bulunan Kızıltoprak Site Sineması’nı ve o sinemadaki MFÖ konserini hatırlayacağım...

Daha ne çok şey zihnimden bir film gibi geçecek birer birer!

Hayattayız işte hâlâ!

Ve şarkılarlayız! Şükür!

Şampiyon sanat!
Futbolseverler ikide bir “renk aşkı” derler!

Takımlarına duydukları bağlılığı anlatırken akıllarına gelen ilk deyim “renk aşkı”dır.

Renk...

Ve aşk!

Peki o rengi ve aşkı en can alıcı biçimde ne dile getirebilir sizce?

Sanat.

Resim sanatı...

Öyle değil mi?

İstanbul Modern Sanatlar Galerisi büyük bir projeye imza attı.

Ertuğrul Ateş, Devrim Erbil, Hüsamettin Koçan ve Tanju Demirci, taraftarı oldukları takımın renklerini resim sanatına taşıdılar. Tam 44 yapıt çıktı ortaya.

Bir de bu renkler ve yapıtlar üzerine küçük metinler yazıldı. Ben siyah-beyazı yazdım; Hıncal Ağabey sarı-kırmızı’yı; Mehmet Y. Yılmaz sarı-lacivert’i ve Sunay (Akın) da bordo-mavi’yi kalemle anlatmaya çalıştı.

Bu sergi kaçar mı sizce?

Balmumcu’daki sergi 9 Mayıs’tan başlayarak gezilebilecek.

DİĞER YENİ YAZILAR