Atatürk “Kemalist” değildi

Haberin Devamı

Sevgili okuyucular, iki hafta önce 1 Kasım 2010 Pazartesi günü, eski Millî Eğitim Bakanı sıfatıyla üyesi bulunduğum “Milli Eğitim Şûrası”na iştirak etmek üzere Ankara’daki evimden yola çıktım. Şûra Toplantısı, Kızılcahamam’da yapılıyordu. İstanbul Yolu’na çıkarken kendimi trafikte zincirleme bir kazanın içinde buldum. Ben arabanın arkasında oturuyordum; önümüzdeki araba birden durunca bizim şoför de durmak zorunda kaldı ve arkamızdaki araba bütün hızıyla benim oturduğum yere çarptı. Kazadan sonra, arkadaki arabanın acemi olduğu her halinden belli olan genç şoförü kendisini şöyle savunuyordu: “Abi, fren yerine gaza basmışım!”

Bindiğim araba akordiyona dönerken ben de arka koltukta CHP’nin bitmez tükenmez maceralarını okumakla meşguldüm... Uzatmayayım, ciddi bir ölüm ve sakatlık tehlikesinden Allah’a hamdolsun riskli ve çok başarılı bir ameliyatla kurtulmuş bulunuyorum. Şimdi, kolumdaki yirmialtı vidayla tutturulmuş iki titanyum plakla yeniden huzurlarınızdayım. Lakin hayatımda ilk defa yazımı, elimle ya da bilgisayarımla değil, konuşarak yazdırıyorum. Meğer bu iş ne kadar zormuş, söylerlerdi de inanmazdım, insan yazarak daha kolay düşünebiliyormuş. Ankara Bayındır Hastanesi’nden sizlere bu satırları yazarken, sabrın, inancın ve şükrün ne kadar önemli olduğunu bir defa daha idrak makamındayım.
Bu riskli ve zor ameliyatı gerçekleştiren Bayındır Hastanesin’den Doç, Dr. Oğuz KARAEMİNOĞULLARI’na ve Hacettepe Üniversitesi’nden Prof. Dr. Gürsel LEBLEBİCİOĞLU’na, Anesteziyolog Dr. İsmail GÖKYAR’a, Dr. Özgür ÖZER’e, Dr. Murat DEMİREL’e, Teknisyen Ziya Özgür SEYHAN’a ve ameliyat ve bakım ekiplerine teşekkür ediyorum. Ayrıca, başta siz sevgili okuyucularım olmak üzere dostlarımın nazik alakaları ve duaları benim için her şeyden daha değerlidir.

***

“Kemalizm”e karşı “Atatürk”

Sevgili okuyucular, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Kemal ATATÜRK, kendi adına atfen uydurulmuş suni bir doktrin olan “Kemalizm”e karşıydı. Niyetim, kelime oyunları veya ironik şaşırtmacalarla sansasyonel ifadeler peşinde koşmak değil. Ama Türk Milleti’nin en zor döneminde siyasi ve askeri dehasını ortaya koyarak büyük bir başarıyla ve fedakârlıkla Milli Mücadele’yi gerçekleştiren bir Milli Lider’i, en fazla karşı çıktığı dogmatizmin temsilcisi gibi göstererek oligarşik hâkimiyetlerini devam ettirmek için millete dayatmada bulunanlar, aslında Atatürk’e ve düşüncelerine karşı en büyük kötülüğü yapanlardır.
Atatürk’ün başta yakın dostu Falih Rıfkı olmak üzere çevresindeki kişilere, “doktrin istemem, donar kalırız” dediği ve bu takdirde görüşlerinin dogmatik hale geleceğini ve gelişimini engelleyeceğini söylediği bilinmektedir.
Atatürk, kendi döneminde yapılan yanlışlıklar konusunda ısrarlı olmamıştır. Mesela “dil devrimi” ve “güneş dil teorisi” görüşlerinden kısa bir süre sonra vazgeçmiş ve tasfiyeciliğin Türkçe’ye ne kadar zarar verdiğini fark ederek bu konudaki politikasını değiştirmiştir. Atatürk inkılaplarını inceleyecek olursanız, “batılılaşma” istikametinde fakat kendi döneminde geçerli olan değişimler olduğunu kolaylıkla fark edebilirsiniz.

Atatürk’ün “muasır medeniyet seviyesi” (çağdaş uygarlık düzeyi) konusundaki görüşleri, zaman unsuruna bağlı olmadan geçerliliğini devam ettiren bir modernleşme ve değişim projesini en güzel şekilde ifade etmektedir.
Öyleyse böyle bir devlet adamının, görüşlerini basitleştirerek donduran sözüm ona bir doktrini -kendi adına izafe edilse dahi- desteklemesi mümkün müdür?

Atatürkçülük “Kemalizm” değildir

Efendim, “Kemalizm”, Atatürk döneminin değil, özellikle O’nun vefatından sonra kendi tahakkümlerini ve çıkarlarını gözeten “Tek Parti Ekibi”nin üretimi olup, Atatürk İlke ve Devrimleri ile CHP’yi özdeşleştirerek Atatürk’ün düşüncelerini dogmatik ve dar kalıplarda dondurmasıyla ortaya çıkarılmıştır. CHP’nin “altı oku”nu “Atatürk İlkeleri”, Cumhuriyetin ilk döneminde çıkarılan bazı kanunları da “Atatürk İnkılapları” olarak dayatıp, değişmez bir tabu halinde “Kemalizm” şeklinde formülleştiren “Sözde Atatürkçüler” aslında Atatürk’ün dogmatizme karşı ve değişken görüşlerine ihanet etmişlerdir.
“Atatürkçülük” bundan sonra bir siyasi istismar vasıtası, bir imtiyaz, hatta bazen de ticari bir meta gibi kullanılmış; kendini yegane “Atatürkçü Parti” kabul eden CHP’nin her yenilgisinde, karşısındaki büyük halk kitleleri “Atatürk Düşmanı” ilan edilmiştir. Atatürk aleyhtarlığını asıl körükleyenler ve özellikle Ordu’yu tahrik ederek darbeye teşvik edenler de bu siyasi menfaat grupları olmuştur. Yoksa, milli bir kahraman ve devletin kurucusu olan Atatürk’e hiç kendi milleti düşman olabilir mi?..

***

Türk Milleti”ni çağdaş uygarlık düzeyine çıkarmaya çalışan bir liderin istismar edilerek “değişimi engelleyen” bir zihniyetin aleti haline getirilmesi, O’na yapılacak en büyük haksızlıktır.

Atatürk’ün yeniden değerlendirilmesi, tabuları ve “Dogmatik Kemalizm”i ortadan kaldıracak, Türkiye’nin gelişimini ve değişimini hızlandıracaktır.

DİĞER YENİ YAZILAR