Mecburiyet

Haberin Devamı

Başbakan’ın her gün konuşmak mecburiyetini duyduğu bir başka demokratik ülke bulamazsınız.

Çünkü demokrasinin yarısı da dinlemektir.

Dinleme mecburiyetinin Başbakan üstünde sadece asabiyet etkisi yarattığı rejimlere demokrasi denilemez.

Başbakan Erdoğan dün Yıldız Teknik Üniversitesi’nin açılış törenine katıldı ve konuşmasında bizim haber masasının “Yahudi Açılımı” adını lâyık gördüğü bir konuşma yaptı.

Orada gençlere başarıya giden yol için model önerdi:

“Ben belediye başkanlığım döneminde Yahudi vatandaşlarımızı çok inceledim. Çoğu mülk sahibi olmaz. En iyi yerlerde kiracı olurlar. Çünkü mülk sahibi olmak parayı bağlar, kiracı olunca parayı işletmeyi sürdürür. Ama bizler ne yapıyoruz? Elimizde ne varsa gömeriz bir yere, ticaret yapmayız...”

Başbakan’ın öğüdü ilk anda “Hocanın dediği yap, yaptığını yapma” atasözünü akla getiriyor.

Çünkü ticaret hayatından çekildiği zaman eline geçen tüm parayı kendine ve çocuklarına aldığı villalara yatırmıştı.

Yahudilerin toprağa para yatırmamasının tarihten gelen sebepleri var. Şalom Gazetesi’nin yöneticisi İvo Molinas dün anlaşılır bir özet yaptı:

“Yahudiler ticaretle uğraşır, sanayi sektörüne girmek istemezler. Çünkü kovulma korkusundan dolayı tam yerleşmezler. Ticaretle uğraşarak her an gitmeye hazır bir durumda kalmaya çalışırlar. Birçok Yahudi kirada oturur. Kovulma korkusunun verdiği hissiyatla yatırım yapmazlar. Sanatsal simgeleri bile kemandır, piyano değil. Çünkü piyanoyu taşımak kolay değil.”

Yani ticaret, tarihsel tecrübenin Yahudilere dayattığı pratiktir.

Türkiye’nin iyiliği, tüm vatandaşların sanayiye, mülke yatırım yapacak güveni kazanmalarıdır.

Başbakan, Yahudi yurttaşların ticaretteki yeteneklerini takdir ederken onların ruhuna sinen korkuyu da fark etmeli ve kendine, iktidarına vazife çıkarmalıdır.

Kürt sorununu çözelim derken etnik temelde bir sürü azınlıklar yaratmak son zamanlarda moda oldu.

Belki bu “muhabbet” iktidarı azınlık yaratmaya dönük tuzaklara düşmemek konusunda uyarır!

YARGIYA TUZAK...

Dün iktidar yandaşı iki gazetenin “merkezi güdümlü” olarak yayınladıkları “Doğan’dan oyun içinde oyun” başlıklı haberleri okuyunca düşündüm.

Bir hukuk devleti, yargıyı kötülüklerine alet etmek için bu kadar cüretkâr entrikalara girişebilen gazetelere seyirci kalabilir mi?

Bir hukuk devleti şantaja boyun eğemez. Eğmemelidir.

Doğan Holding dün yayınladığı basın açıklamasında iddiaların tümüyle gerçek dışı olduğunu ve yayınların mahkemeleri baskı altına alarak kararlarını etkilemek amacı güttüğünü belirtti.

Şu şeytanca tertibe bakın: “Doğan’ın mali uzmanları, davaları istedikleri mahkemeye düşürebilmek için Vergi Mahkemesi’nde 8 saat ter döktü..”

Oyun belli: Dosya hangi mahkemeye giderse gitsin hâkimlerin şaibe korkusu altında bırakılmaları amaçlanıyor. Hedef, hâkimlerin kendilerini korumak uğruna adaleti feda etmelerini sağlamak!

Yargı herhalde bu küçük oyunların üstesinden gelmeyi başaracaktır.

Benim merakım yakında Başbakan’ın şöyle bir soruya muhatap olduğunda ne cevap vereceğidir:

Eğer 12 kez vergi rekortmeni olmuş bir mükellefi Al Capone’a benzetiyorsanız vergi listesinde onun altında sıralanan işadamlarını kimlere benzetiyorsunuz ve onlara şimdiye kadar ne yaptınız bundan sonra ne yapacaksınız?

DİĞER YENİ YAZILAR