Kimlik değiştirmeye çalışan adamın hikayesi!

Bu hafta İstanbul Film Festivali’nden büyük ödülle dönen, edebi tat veren, özgün yapım ‘Ben O Değilim’ vizyona girdi. Gişe filmlerinde ise ‘Adalet’ yeni bir hikaye anlatmıyor, ama Denzel Washington’un karizması durumu kurtarıyor.

Tayfun Pirselimoğlu’nun ‘Ben O Değilim’i orta yaşlarında, müzmin bekar, hastanenin kantininde temizlikçi olarak çalışan Nihat’ın Borges öykülerini andıran tuhaf, döngüsel, şaşırtıcı kimlik değişimi hikayesini anlatıyor. Filmin dramatik yapıya meydan okuyan anlatımı, tam bitti dediği noktada tekrar başlaması riskli olsa da Pirselimoğlu gibi bir öykücünün altından kalkabileceği bir deneysellik taşıyor.



Nihat sıvaları dökülen, köhne bekar evinde akşamlarını makarna dışında tek bildiği yemek olan patatesleri doğrayarak, gözünü tiryakisi olduğu erotik programlardan ayırmadan geçirir. Bir gün işyerine yeni gelen Ayşe’nin ani daveti bu acınası hayata neredeyse tanrısal bir dokunuş gibi müdahele eder. Ayşe ve Nihat’ın ‘ilişkileri’ başlar başlamaz karı- koca formatında ilerler. Ayşe’nin eski kocasına tıpatıp benzeyen hapisteki kocanın yatağında yatar, terliklerini giyer, gözlüklerini takar. Ayşe ortalıktan kaybolduğundaysa ‘eski koca’ kimliğini o kadar benimsemiştir ki, zaten duman gibi olan eski kimliğini kısa sürede yeninin içinde kaybeder.

‘Ben O Değilim’in minimalist anlatımı başta tahmin edilebilir gibi gelse de zamanla insanı şaşırtarak, ürperterek içine çekiyor. Bana filmin taviz vermeden koruduğu ‘tonu’ Aki Kaurizmaki ve Jim Jarmusch’un filmlerindeki melankolik komedi duygusunu hatırlattı.

Hollywood adaleti çok sever!

Robert McCall (Denzel Washington) büyük bir mağazada sıradan işler yapan, sade bir Amerikalı emekçi gibi gözükse de güne katı sebze sıkacağında sıktığı sebze suyuyla başladığı için hemen şüpheyle bakıyoruz bu ‘sade yaşama’. McCall’ın çok vakit kaybetmeden mahalleden kimsenin bilmediği bir ‘adalet savaşçısı’ olduğunu çakarız.



Müdavimi olduğu restorana takılan küçük Rus fahişe pezevengleri tarafından hastanelik edince McCall vahşi çeteyi birkaç dakikalık altın vuruşlarla tahtalı köye yollar. Yalnız sadece şarap açacağı gibi basit aletlerle ‘hallettiği’ Rus mafyasının aslında ABD’nin tüm doğu yakasını yönettiğinden bihaberdir. Mafya lideri ‘Pushkin’ katili bulmak için Kevin Spacey’e benzeyen psikopat sağ kolunu yollayınca kıyamet kopar. McKall elleri nasırlı emekçiden tüm polis teşkilatini ele geçirmiş Rus mafyasına meydan okuyan süper kahramana dönüşür.

Beyazları alteden siyah, Rus mafyasını temizleyen bir Amerikalı (bakınız filmlerde soğuk savaş) Amerikalılar’da şüphesiz ciddi bir sağaltıma sebep olabilir. Ancak McCall o kadar kusursuz ve yenilmez olarak tasarlanmış ki, bu sağaltım gerilime fazla yer bırakmıyor.

Bir köşede sessizce dünya klasiklerini okuyup yemeğini yiyen Denzel Washington’un kendine özgü güven veren doğal karizması filmin en büyük artısı. Ama bir yandan mazlumların gizli kahramanlığına soyunan duygulu adamı oynarken, bir yandan öldürdükleri her ne kadar ‘Kalpsiz Rus mafyası (!) olsa da ortalığı mezbahaya çevirmesi tutarsızlık örneği.

DİĞER YENİ YAZILAR