Gazete Vatan Logo

Erol Evgin'in bilinmeyen yönü

Müzisyen Erol Evgin aynı zamanda bir ressam ve ödüllü bir koleksiyoner

Müzisyen Erol Evgin'in pek bilinmeyen bir yönü, 23. Uluslararası Sanat Fuarı'nın 'Koleksiyoner Onur Ödülü'nü almasıyla ortaya çıktı. Radikal gazetesinden Müge Akgün, ödül töreni öncesinde Evgin'le buluşup koleksiyonerlik hakkında konuştu. Aynı zamanda kendi de resim yapan Evgin, koleksiyoner olmak için büyük paralar kazanmak gerekmediğini söylüyor. Söyleşinin ilgili bölümü şöyle:

Dinleyicilerinizin, hayranlarınızın büyük bir bölümü bilmez ama resim koleksiyonunuz var ve aynı zamanda resim de yapıyorsunuz? Hangisi daha önce başlamıştı?
Koleksiyonerlik… Biliyorum ki, Türkiye’de benim koleksiyonumdan çok daha zengin çok daha büyük birçok koleksiyon var. Ödüle ne derece layık olup olmadığımı kestiremiyorum. Ama benim koleksiyonumun da bir özelliği var. Bilirsiniz sanat işiyle uğraşanların hiçbir zaman çok büyük birikimleri olmaz. Hep bir eksik gedik olur ama hayat devam eder. Dünyaya bir daha gelsek yine sanatçı olmak isteriz. Ancak hep ekonomik sorunlarımız vardır. Benim koleksiyonum çok büyük paralar kazanmadan da insanların bir koleksiyon sahibi olabileceğinin iyi bir örneğidir. Ben bu anlamda ödülü hak ediyorum.

İlk aldığınız resmi hatırlıyor musunuz?
Bedri Rahmi Eyuboğlu’nun bir deseniydi. Daha sonra yavaş yavaş resim biriktirmeye başladım. 40 yıl içinde aşağı yukarı 200 resimlik bir koleksiyonum, daha doğrusu koleksiyonumuz demem lazım. Eşimin de çok büyük katkısı var. Zaman zaman beni çok da dizginledi. “Paramız yok sakın resim alma” diye...

Kadınların asli görevi zaten erkekleri dizginlemek...
Bir sergiye gitmiştim, karım yine hemen “Aman sakın alma” demişti. Çünkü ben dayanamayıp hemen kırmızı işaret koyuyorum. Neyse sonra eve geldik, serginin kataloğuna bakıyoruz. “Bak şu ne güzelmiş” dedi. “Ben de onu aldım zaten” dedim.

Sanıyorum jüri seçim yaparken koleksiyonun dil birliği olmasına da bakıyor. Sizin yoğunlaştığınız bir isim ya da dönem var mı?
Var sayılır. Benim koleksiyonum figür resmine dayalı ve ekonomik nedenlerden dolayı da çok eski sanatçıların eserleri yok bende. Genellikle 1950’lerden günümüze Zeki Faik İzer, Tural Erol, Avni Arbaş gibi çağdaş isimlerden başlayarak günümüze uzanıyor.

Resim yapmaya ne zaman başlamıştınız?
Resim tutkum beni resim yapmaya götürdü. 2001 krizi başladığında “İşler durur artık bizde, hobilerinize yönelin arkadaşlar” dedim. Ben de Mahir Güven’i aradım. Çok sevdiğim bir sanatçıdır, “bana resim yapmasını öğret” dedim. Mimari desen çok farklı. Mimarlıkta bir çizgiyi çok düşünerek çizmek zorundasınız. Resimdeki çizgide ise refleks var. Ben çok çabuk çözeceğimi zannettim ama bir yıl desen çizdim. Sonra da yağlıboyaya geçtim. Desen resmin namusudur. Ben bir deseni olmayan soyut resmi bile hemen anlarım. Sonra dört yıl yağlıboya çalıştım. Ve 2005 yılında ‘Miras’ adlı bir sergi açtım.

Orada da resmi biraz bildiğim sulara çekip mimarlıkla buluşturmak istedim. Bu topraklar üzerinde yaşamış Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı gibi uygarlıklardan bize kalmış, soylu yalnızlığı resmettim. Günümüzde hoyrat bir şekilde her şeyi yok ediyoruz. Ayasofya’ya bakın, sorumsuzca duvarına işportacı tezgâhlarını, büfeleri dayamışlar. Aşağı yukarı 60 tane yağlıboya yaptım. Ortaköy Sanat Galerisi’nde, İzmir Resim Heykel Müzesi’nde, Ürgüp Semih Balcıoğlu Galerisi’nde sergi açtım. Bir de Trabzon Üniversitesi’nde.

Haberin Devamı