Seçmenin takdirine bağlıdır

Haberin Devamı

Bir hafta önceki yazımda, 2001 krizinde Ecevit hükümetinin oy kaygısını aşıp, başta Merkez Bankası'nın özerkliği, çıkardığı bir dizi yasa ve karar sayesinde ekonomik yapımız, politik gerginliklere karşı bağışıklığını güçlendirdi, demiştim. Bugün de o düşüncedeyim: Bir süredir dolardaki yükselişe bağlı olarak para piyasalarında yaşanan dalgalanmanın nedeni, yalnız son politik gerginlik değildir. Zaten, 17 Aralık’tan en az bir yıl öncesinden beri TL’nin değeri düşüşteydi. Başlıca nedeni de, küresel sermaye piyasalarına olan bağımlılığın, daha doğrusu dış borçlanma eğiliminin, reel ekonominin gücünün çok üstüne çıkmış olmasıdır. Bu ortamda, politik yönetimin başı ve bazı bakanlarıyla ilgili gündeme gelen “17 Aralık dosyaları” elbette bu dalgalanmanın üzerine tuz biber ekti. Unutulmasın ki, dosyaların içeriğindeki suçlamalar da, yüklü parasal konulara dayanıyor!

Hâlâ tartışılan, “yoksa yine 2001 krizi gibi bir çıkmaza mı girildi?” sorusunu akıllara getiren olay, o tarihteki Cumhurbaşkanı Sezer’in Başbakan Ecevit’in yüzüne Anayasa kitapçığını fırlatması yani politik gerginliğin patlamasıydı! Oysa bugün olduğu gibi, o tarihte de krizin birincil gerçek nedeni politik gerginlik değil, enflasyon batağından çıkamayan ekonominin dibe vuruşuydu. Şimdi ise son 5 yıldır finans piyasalarında süren sıcak para akışıyla yapılan borçlanma ve ithalat artışı sonucu, cari açık yüzde 7’ye çıkmış ama büyüme yüzde 3’lere düşmüş durumda. Oysa ki, ekonominin dayanıklılığı, ortalama yüzde 6 dolayında sürdürülebilir büyümeye ve cari açığın yüzde 5’i aşmamasına bağlıdır.

Anımsayalım, 2001 krizi yüzünden erken seçime gidildi. 2002’de sandığa giderken seçmen, başarılı gördüğü İstanbul eski Belediye Başkanı R. T. Erdoğan’a, “kendinden bilip” sahip çıktı. 2007 seçim öncesi bir yazımda şunları söylüyordum:

“2000 Kasımında, 20 yıldır süren 3 haneli enflasyon sonucu, bugün yarın çökecek diye beklenen bankalar arka arkaya batınca, o zamanki bir yıllık başbakan Ecevit, bir gecede günah keçisi oluverdi. Sonra, Dünya Bankası'ndan getirilen güvenilir Kemal Derviş'in gözetiminde ve elbette IMF'nin denetiminde, dış borçları ödemek için daha çok borçlanarak, işsizliği hızla artıran bir dizi istikrar önlemi alındı. Dolayısıyla da, tarihin o en ağır krizinin bedelini her zaman olduğu gibi sabit ve düşük gelirli geniş halk yığınları ödedi. Çok partili döneme girdiği 1950’den beri Türkiye, ne öyle büyük bir kriz görmüştü ne de aldığı o denli riskli kararlarla geleceğini bitiren sorumluluk sahibi bir başbakan. Ancak kitlelerin yıllar sonra anlayacağı bu acı gerçeğin faturasını, seçmen iktidarı ve muhalefeti ile var olan partilere çıkardı. Sonuçta da, yeni sanılan ve haksızlığa uğramış rolünü iyi oynayan Tayyip Erdoğan, 3 Kasım 2002 seçiminin tek galibi oldu. İşte, bugün görülen ekonomik göstergelerdeki olumlu tablonun arkasında o özveriler vardır. AKP'nin yaptığı ise yine IMF'nin zoru ile devraldığı istikrar programını sürdürmektir. Aslında, bu tutumunun temelinde de Ecevit'in o zaman özerkleştirdiği başta Merkez Bankası, ekonomiye yön veren kurumların artık partizanca kullanılamaması yatmaktadır. Türkiye gibi demokratik bir ülkede eğer öncelikli olan halkın yararı ise, seçilerek ülke yönetimine gelenler, geçmişin hakkını vermek zorundadırlar. Bir süre önce mecliste 2006 bütçesi ile ilgili konuşmasında, ‘Türkiye ekonomisi bugün sağlam temeller üzerinde yükselmeye devam ediyor’ diye nutuk atan, Başbakan Erdoğan'ın Ecevit'e, şükran duyması gerekir. O bunu bilir mi, bilse de söyler mi derseniz? Hayır. Çünkü o şimdi politikacı. O da kaybedip gittiğinde belki anımsar, ancak yine söylemez. Niye derseniz, Türkiye'de âdet böyle de ondan. Dilerim, Erdoğan'dan sonraki bir başbakan bu ‘karakteri’ değiştirir!”

Gelelim bugüne: 11 yıldır Başbakan Erdoğan’ın sandık hesaplarıyla özellikle ekonomik sorunlara bağlı gündemi değiştirmek için tırmandırdığı politik gerginlik, 17 Aralık sabahından bu yana zirveye çıktı. Bir de üstüne üstlük, yolsuzluk ve rüşvet suçlamaları kendine yönelik olduğu için Başbakan'ın gündemi değiştirmek amacıyla ortaya attığı darbe, vatan hainliği, paralel devlet ve ihanet gibi konular, bırakın ekonomiyi, devlet düzenini bile dipten sarsan bir bunalım yarattı. Yolun başında “değiştim” dediğinde, iyi niyetliler sanmıştı ki, “milli görüşün aşırı dinci uygulamalarından uzak duracağına” dair bir değişim. Her seçim, oyunu biraz daha artırdıkça görüldü ki asıl değiştirmesi gereken, laik demokratik cumhuriyete aykırı politik görüşleri değil, başka bir şeymiş! Dolayısıyla, bugün ülkenin geldiği durum, ekonomik, sosyal, politik nedenlerden önce, bazılarının benliğini tutsak almış bireysel hırs, kin ve nefretin sonucudur. Nasıl ve ne zaman çözülür derseniz, “seçmenin takdirine bağlıdır” derim.

DİĞER YENİ YAZILAR