Gündemi değiştirmekte tam bir "usta"

Haberin Devamı

Başbakan'ın bakanları, bürokratları ve aile fertleriyle ilgili yolsuzluk ve rüşvet iddiaları, 17 Aralık sabahı gündeme geldi. O günden bu yana da, yalnız yurt içinde değil, başta Avrupa Birliği olmak üzere, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını ve özgürlüklerin vazgeçilmezliğini benimsemiş ülkelerin gündeminde sıcaklığını koruyor. AKP hükümeti ise Başbakan'ı ve sözcüleriyle gündemi değiştirmek için bütün gücünü kullanıyor: Suçlamalara dayanak olan delil ve belgeleri ortaya çıkaran savcıların, hâkimlerin ve emniyet görevlilerinin tasfiyesi de devam ediyor. Artık küçük bir azınlık dışında, çoğu yandaş ya da sindirilmiş olan medyayı izleyen halkın, aklı karışmış durumda! AKP, 11 yıldır başında olduğu (yüzlerce yıldır devlet olma bilinç ve gücüne sahip tek Müslüman ülke) Türkiye Cumhuriyeti'nde kendi yarattığı paralel bir devletle soğuk savaş hâlinde! İçeride medya üzerinden, bu sözde savaşı tırmandırmaları yetmedi, uluslararası platformlara da taşıdılar. Başbakan'ın Brüksel’de yaptığı gibi! Bu tablonun bırakın cumhuriyet dönemini, ikinci meşrutiyet dışında Tanzimat’tan sonra Osmanlı’nın devlet yaşamında bile benzeri yoktur.

Başından beri cemaatin sözcülerinin, “olayın hiçbir şekilde içinde olmadığı” savlarının üstüne, Hoca Efendi'nin BBC’de son yaptığı açıklamalar açıkça gösterdi ki, “dershaneler sıkıntısı” dışında AKP hükümetine karşı, asla bir kusurları yok. On yıllardır sürdürdükleri, laiklik karşıtı söylem ve tavrın işbirliği devam etmekte. Dershaneleri bahane ederek, paylaştıkları politik davaya, çelme takmayacak kadar da bilinçliler. Zaten 17 Aralık olayının ilk gününden beri, Başbakan'ın iki kader arkadaşı; Cumhurbaşkanı Gül de, Başbakan Yardımcısı Arınç da, paralel devlet ve darbe sözcüklerini kullanmadılar. Bülent Arınç’ın hükümet adına geçen hafta yaptığı sitem konuşması da, ortada böyle bir ayrılığın olmadığını açıkça belgeledi: “Her şeyin garantisi biziz. O cemaatler beni çok iyi bilir. Ben onları çok iyi biliyorum. Bursa'dan bu cümleme dikkat etsinler; Biz varsak, siz de varsınız. Biz yoksak siz de yoksunuz". Başbakan da başından beri, doğrudan onları adlandırmadı. Çünkü daha düne kadar, yani dershaneler sorununa kadar, hizmet hareketi taraftarları AKP’li partizanlarla birlikte, ne dediler ve ne yaptıysalar, Başbakan'ın isteği ve bilgisi içindeydi. Bugün de öyle olmaya özen gösteriyorlar. Başbakan'ın izni ve desteği olmadan, devlet içinde bırakın bir tek hizmet hareketi yandaşını, bakanlar kurulunun sıradan bir üyesi bile adım atmadı. Üstelik aradan haftalar geçtiği hâlde ortaya atılan darbe, vatan hainliği, paralel devlet gibi soyut suçlamalar sebebiyle cemaatin yetkilileri hakkında açılmış bir tek dava yok. Tersine, basındaki haberlere göre, cemaat temsilcileri, yeni İçişleri Bakanı'nın kendilerini dayanaksız tehdit ettiği için savcılığa suç duyurusunda bulundular, ya da hazırlığı içindeler.

Dolayısıyla, Başbakan'ın bütün çabası, kendisini ya da hükümetini yıpratan her olay karşısında 11 yıldır yaptığı gibi bu kez de, cumhuriyet tarihinin en ciddi “yolsuzluk ve rüşvet gündemini” değiştirmektir.

Yine başardı mı derseniz? Özellikle son iki yıldır iktidar gücünü o denli ustaca kullandı ki, meclisteki muhalefet dışında, karşı durabilen çok az sayıda kişi, kurum ve kuruluş kaldı. Kimini cezalandırarak, kimini ödüllendirerek ya yanına aldı ya da sindirdi. Tek başına herkese ve her şeye hâkim olduğuna o denli inanmıştı ki, 17 Aralık sabahı uyandığında, kâbus gördüğünü sandı; karşı karşıya olduğu olay, gerçek olamazdı! “Bu bir ihanetti!”. Aklına ilk gelen de, 30 Mart’taki seçim sandığı oldu! Yolun başında “demokrasi bizim için amaç değil hedefe giden yolda araçtır” derken, o yolun bir gün 17 Aralık çıkmazına gideceğini hiç beklemiyordu. Ne yapıp, yapıp bu gündemi değiştirmek, hiç yoksa karartmak için bütün “ustalığını” kullanıyor. Gerginliği tırmandırdıkça, halkın aklının daha da karıştığını da gördü; O nedenle de yine, sözde demokratikleşme ve iç barış için yasal çözümler arayan lider rolünü oynamaya devam ediyor. Ne var ki, artık halk çok şeyin farkına varmış gibi gözüküyor.

Şimdi, özel hesaplarını bir yana bırakıp tüm yurtsever ve erdemli demokratların yapması gereken, bu uyanışın 30 Mart’ta sandığa yansıtılmasıdır: Başta CHP olmak üzere en büyük görev muhalefet partilerine düşüyor. CHP lideri Kılıçdaroğlu, başından beri 17 Aralık gündemini anlamak ve halka anlatmak konusunda, başarılı bir yolda. Hem donanımlı hem soğukkanlı hem de dürüst ve cesur bir üslup sergiliyor. Öncelikli olan, şu iki ay boyunca görsel ve yazılı medyaya iş bırakmadan, “17 Aralık gündemini” sıcak tutmak ve seçmenin gözünün önüne götürmektir. Özellikle ana muhalefet partisinde bu görevi yeterince yapacak kadro, deneyim ve her türlü birikim var. Yeter ki CHP, 30 Mart’ta, sahip olduğu belediyeden daha çok sayıda başkanlığı alabileceğini ve genel seçimde de iktidar seçeneği olabileceğini göstersin…

DİĞER YENİ YAZILAR