Belediye seçiminin gündemi “kentin sorunları” olmalı

Haberin Devamı

Mart 2014’ün sonuna dek, Türkiye’nin gündeminin ilk sırasından hep, belediye başkanlıkları seçimi olacaktır. Demokratikleşme paketleri de, İmralı da, Suriye de, buzdolabına kalkmış demektir. AKP’li Başbakan’dan BDP’li Bağlar Belediye Başkanı’na, Merkez Bankası Başkanı’ndan Van’daki otlu peynirci esnafa kadar 6 ay boyunca herkesin
hesabı, düşüncesi, beklentisi, merakı ve endişesi hangi partinin ve hangi adayın sandıktan çıkacağıdır.

Aslında, küresel mali-ekonomik güçlerin yani uluslarüstü sermayenin, merkezi idareyi devre dışına ittiği 1990’ların başından beri, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin tamamında yerel yönetimler her alanda öne çıktı.

İstanbul’un en zengin patronu için de, Tatvan’ın göl kıyısındaki kahvecisi için de, milletvekili değil, belediye başkanı önem taşıyor. Bu gün artık en büyük ilden en küçük beldeye kadar halk her sorununda, belediye başkanını arıyor. Ya eleştiriyor ya da suçluyor. Karşısına geçiyor, tartışıyor ve hatta hesap soruyor. Çünkü dünyanın her yerinde artık idealist geçinen gençler bile, eskisi gibi “vatanı kurtarmak” için değil, kendi paçasını kurtarmak için yarışıyor. Sıradan yurttaşlar, yataktan kalkınca sıcak bir oda, yıkanmak için su, işe gitmek için dolmuş-otobüs-metro, sofrasında temiz ve ucuz yiyecek ve de kesesine uygun eğlence için çalışıyor. Yaşamın zorunlu ihtiyaçları için hiç kimse artık merkezi hükümetten (Ankara’dan) bir şey beklemiyor da, istemiyor da!

İşte bu nedenle, görsel ve yazılı medyanın ilk haberlerinde, Topbaş’ın, Gökçek’in ve daha birçok yeni ismin öne çıkmasından Başbakan rahatsız! Sarıgül’ün, Tekin’in ve yüzlerce aday adayının söylev ve çıkışlarından da CHP Genel Başkanı, huzursuz! Tüzük engeli yüzünden milletvekillikleri bitecek olan Arınç başta, sıra sıra AKP’li bakanlar, metropollerde belediye başkanı olmak için genel başkanları Erdoğan’ın gözüne girme çabasındalar. Yine işte bu nedenle, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı için sorulduğunda CHP’nin ünlü Grup Başkan Vekili İnce, “Ben görev adamıyım. Hiçbir görevden kaçmam. Benimle olacaksa benim arkama düşülmeli” diyor!

Ben, yerel yönetimlerin merkezi hükümetin önüne geçtiği gerçeğinin ve o nedenle yerel seçimlerin artık genel seçimlere göre halk için çok daha önemli olduğunun altını, bir kez daha çiziyorum. Ayrıca, seçmenin adaylara değil, partilere bakarak oy vereceği savımda da ısrarlıyım. İkinci kez olsa da, geçen haftalardaki bir yazımdan alıntı yaparak yazımı bitireceğim:

“Seçimi aday değil, parti kazanır 1973 genel seçiminde CHP birinci parti olmuş ve uzun sürecek bir iktidar partisi imajı yaratmıştı. Aynı yıl aralık ayındaki yerel seçim, CHP’nin bu rüzgârı altında yapıldı. İstanbul, Ankara, İzmir başta büyük illerin hepsinde belediye başkanlıklarını CHP kazandı. Sonraları ünlü olan Ahmet İsvan, Vedat Dalokay ve İhsan Alyanak o seçimde henüz sıradan isimlerdi. 1977 yerel seçimine giderken de, Artvin’den Muğla’ya, Edirne’den Hakkâri’ye seçmenin gözünde artık 5 ay önceki genel seçimde yüzde 42 oy alan CHP vardı. O yıl aralık ayındaki yerel
seçimde, İstanbul’da Aytekin Kotil, Ankara’da Ali Dinçer gibi yeniler, birçok ilde belediye başkanı oldular. 12 Eylül 1980 darbesi sonrası, askeri cunta partileri kapattı. Dolayısıyla 1984 yerel seçiminde halk bildik partilerinden koparılmıştı. Katılım düşük oldu ve belediyeleri çoklukla, hükümette olan ANAP’ın adayları kazandı.

Bilinmeyen isimler, örneğin İstanbul’da Bedrettin Dalan, Ankara’da Mehmet Altınsoy ve İzmir’de de Burhan Özfatura belediye başkanı oldular. 1989 yerel seçimine doğru iktidardaki ANAP’ın karşısında Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) yükselişteydi. Buna rağmen İstanbul’da ANAP’lı Başkan Dalan seçim öncesi anketlerde, yüzde 70 şanslı gözüküyordu. Sandıklar açıldığında seçmen yine partilere oy vermiş, SHP 67 ilin 42’sinde belediye başkanlıklarını eline geçirmişti. Dalan, İstanbul’u kaybetmişti. 1994’e gelindiğinde ülke, terörün tırmandığı, enflasyonun yüzde 100’leri geçtiği bir dönemi yaşıyordu. O ortamda yapılan yerel seçimlerde oylar
dağılmış, örneğin 4 seçmenden ancak 1’ini alan Erbakan Hoca’nın REFAH partili adayı R. T. Erdoğan İstanbul’un belediye başkanı olmuştu.

Öylece de, bugün ulaştığı zirvenin kapısını açmıştı. 1999’da yerel seçimler, genel seçimle birlikte aynı gün yapıldı. Dolayısıyla zaten 28 Şubat tartışması yüzünden kafası karışmış olan seçmenin, partiler dururken adaylara bakacak hali yoktu. İllerin çoğunda bir önceki başkanlar yerinde kaldı. 2004’e gelindiğinde seçmen artık iki yıldır tek başına hükümette olan AKP ile tanışmış ve karşısında iktidarı değiştirecek güçte bir parti kalmadığını görmüştü. Hemen her yerde, belediye başkanlıklarını AKP adayları kazandı. 2009 yerel seçiminde de seçmen AKP’nin mutlak iktidarının etkisi altında, yine adaylara bakmaksızın oyunu kullandı. İstanbul’da halktaki olumlu imajına karşın CHP’li Kemal Kılıçdaroğlu, ancak partisinin bir önceki seçimde aldığı oyun 1 puan fazlasını alabildi.

Sonuç:

Bugün, Başbakan’la ilgili demokrasi ve hukukun üstünlüğü açısından muhalefetin yaptığı eleştiriler çok yerinde. Öte yandan bu yerel seçim, R. T. Erdoğan’ı “dindar nesil yetiştirme” yolundan alıkoymanın, son fırsatıdır. Ancak bunun için yerel seçimde muhalefet, Başbakan’la uğraşmak yerine, seçmenin önüne kent ve belde sorunlarını ve çözüm önerilerini getirmelidir. Görülen o ki AKP, 2014 belediye seçim yarışını da, genel başkanlarını öne sürerek götürmek istiyor. Zaten R. T. Erdoğan’ın ustalığı, gündemi istediği gibi belirleyebilmesidir. O nedenle başta CHP, karşıt partiler bu oyunu bozmanın ve yerel seçim tartışmalarını kent gündemine çekmenin bir yolunu bulmalılar.

DİĞER YENİ YAZILAR