“Abdülhamit gibi vehimli, Enver gibi sergüzeştçi”

Haberin Devamı





Başbakan R. T. Erdoğan'ın Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’la dostluğu, düşman kardeşliğine çevrildikten bu yana, sınırlarımızda bombalar patlamaya, kan akmaya, artarak devam ediyor. Böyle bir durumda, dünya liderliği söylemindeki bir başbakan, olayların sorumlusu olarak muhalefet liderini suçluyorsa, panik içinde demektir.

AKP Genel Başkanı, “CHP Lideri tehlikeli bir oyun oynuyor” derken, Suriye’deki mezhep çatışmasının Türkiye’ye sıçrayacağı ve sorumlusunun da, Kılıçdaroğlu olacağını söylüyor!

Aklıma, yıllar önce içişleri bakanı olmuş deneyimli bir politikacının, partisinin genel başkanı için yaptığı benzetme geldi; “Abdülhamit gibi vehimli, Enver gibi sergüzeştçi” demişti. Belli etmiyor ama bence, Başbakan Erdoğan’ın ruh hâli, artık aynen öyle gibi.

Savcının, “MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı sorgulamaya çağırdığı akşam da paniğe kapılmıştı. 24 saatte meclisten özel yasa çıkarıp Müsteşar'ı kurtardığında, aslında kendisini korumak telaşındaydı. Reyhanlı’daki acı olayla ilgili basın yasağı koymasının nedeni de, gelişmelerin kontrolünden çıktığı kaygısıdır. Yoksa nereden, nasıl geldi ve olay nereye gidiyor bilseler ya da anlasalar, o ve bakanları, daha dumanlar tüterken, yiten can sayısı saat saat artarken ekranlara koşup açıklama yarışına girmezlerdi! Hem de, BBC başta, uluslararası güvenilir ajansların verdiği haberlerin tam tersine bir söylemle. Daha ellerinde hiçbir ciddi kanıt yokken, “Suriyeli muhaliflerin olayla hiç ilgisi yok” diyerek, halkı idare
etme telaşına da düşmezlerdi!

Her zamanki gibi bu olayda da Başbakan'ın ilk adımı, gündemi değiştirmek oldu. Hani, 2011 seçimi akşamı partisinin balkonundan nutuk atmıştı ya, “artık ustalık dönemim başlıyor” diye; Evet, çok doğru söylemiş. Son iki yıldır, “gündemi değiştirmekte ve karartmakta” gerçekten tam bir usta olmuş. Bakınız, altı aydır Türkiye’nin en önemli konusu “barış süreci(!)”. Bu sürecin ne olduğunu, kimin kime ne verdiğini ne aldığını, önyargısız ve yansız olan herkes gördü ki, üç kişiden başka bilen yok; Başbakan, İmralı ve bir de MİT Müsteşarı.

Kanımca, Cumhurbaşkanı Gül bile devre dışında. Başbakan, halkın önüne bir slogan attı: “Analar ağlamasın” diye! Sanki başta CHP ve MHP’liler, tüm karşıtları,“Kürt sorununun çözümüne karşı ve terör sürsün” istiyorlar! Oysa CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, İmralı ile görüşmeler başladığında, partisindeki yoğun eleştirilere karşın hükümete, “Sorunu çözebiliyorsanız çözün, engel olmayız” yaklaşımıyla kredi açmıştı. Ancak, Başbakan bu öneriyi değerlendireceğine “Siz kim oluyorsunuz?” diyerek geri çevirdi. Bununla da kalmayıp hakaretler yağdırdı.

Artık Başbakan ülke sorunlarıyla ilgili olarak, baş yetkili ve sorumlu siyaset adamı gibi değil, sanki rakip takım karşısında her koşulda kazanma hırsı içindeki bir partizan “münazaracı” rolünde! Bu tavrı ilk, “van minüt” şovuyla Davos’ta başladı. Mavi Marmara, Arap Baharı, dış
ilişkilerde “sıfır sorun”, yeni Osmanlılık, Anayasa değişikliği, başkanlık sistemi, Habur-Oslo-İmralı süreci ve Suriye politikasında aynı üslup ve yaklaşım sürüyor. Başbakan, ülkenin en ağır, en karmaşık ve büyük risk taşıyan konularını, başpehlivan gibi rakiplerinin sırtını yere getirmek için giriştiği güreş oyunlarına çevirdi. Açıkçası, Başbakan'ın bu hâlini, AKP’yi birlikte kuran başta Abdullah Gül, mili görüş siyasetinden gelen inançlı ve yurtsever politikacılar görüyor olmalılar!

Gerçi, anayasa değişikliği ve başkanlık sistemi konusunda Cumhurbaşkanı'nın ciddi bir rahatsızlık içinde olduğu gözüküyor. Son bir konuşmasında, “CHP katılmazsa yeni
anayasa yapmaktan vazgeçilmeli ve iktidarın öncelikli gördüğü madde değişiklikleri yoluna gidilmeli” derken de, muhalefetle bu gibi önemli konularda uzlaşma aranmasını ima ediyordu. Ne var ki çıktığı “başkanlık” yolunda R. T. Erdoğan, kendisini o denli güçlü sanıyor ki, ABD Başkanı
Obama dışında, sağında-solunda ve altında-üstünde kimseye ne güveni ne de ihtiyacı kaldı!

DİĞER YENİ YAZILAR