Siz kime yakıştırıyorsunuz?

Haberin Devamı

1980 öncesi, sosyalizm rüzgârlarının her yerde estiğini ancak, "devrim" dendiğinde, akla ilk Küba’nın geldiğini genç kuşaklar bilmez. Daha düne kadar kapitalizmin vatanı ABD'deki ünlü üniversitelerin yatakhanelerinde, gençlerin duvarlarını Che Guevara'nın resimleri süslerdi. Eski Başkan Clinton'ın da, öğrenci iken Harvard Üniversitesi'ndeki yatağının başında Che'nin resmi asılıydı. Fidel Castro, 21. yüzyılda hâlâ başta Venezüela, Ekvator ve Bolivya gibi sosyalizmin yeni kaleleri olmak üzere, tüm Güney Amerika'daki genç devrimcilere esin kaynağı olmayı sürdürüyor. İki yüz yıl öncesinden başlayan bu devrimci başkaldırının halkları, kuşaktan kuşağa geçerek hemen her alanda dünyaya ün salan siyaset önderleri, sanatçıları, yazarları ve sporcuları ile övünç duydular. Kolombiyalı yazar Gabriel Garcia Marquez, 1982'de yazdığı "Yüzyıllık Yalnızlık" romanı ile Nobel ödülü almıştı.

12 Haziran seçimine giderken özellikle CHP’de adayların önseçimle belirlenmesinde ısrarlı olmuştum. Ancak, her partide genel başkanların listeleri, yanlarına aldıkları bir ya da iki yardımcısıyla tek seçici gibi belirlemesinin üzerimdeki etkisinden olacak, Marquez’in "Yüzyıllık Yalnızlık"tan aldığım şu satırlarını sizinle paylaşmak istedim. İçimdeki güdünün Tayyip Erdoğan'la hiçbir ilintisi olmadığı kesin. K. Kılıçdaroğlu ile de yok. "Öyleyse hangi duygu ve düşüncelerle" diye sorarsanız, içtenlikle belirtmek istiyorum, ben de yanıtını çok somut veremiyorum. Yeni CHP’de genel başkanı da aşıp, “listenin sorumlusu benim” diyen birisi belki! Bilirsiniz, Pablo Picasso'nun en ünlü "soyutları" karşısında herkes ayrı ve kendine özgün yorum yapar derler ya, işte bu satırları okuyanların da öyle etkileneceklerini sanıyorum.

"Albay Aureliano Buendia, öfkelendiğini hiç belli etmedi ama öfkesi ancak muhafızları evi yağmalayıp bir kül yığını haline getirdikten sonra yatıştı. Albay Marquez 'yüreğini kolla, Aureliano,' dedi, 'ölmeden çürüyorsun'. Albay Aureliano Buendia, o günlerde, ileri gelen asi komutanları ikinci kez toplantıya çağırdı. Bu toplantıda her çeşit insan vardı; ülkücüler, gözünü hırs bürüyenler, serüven arayanlar, toplumla bağdaşamayanlar, adi suçlular bile geldi. Diğer yargılarındaki ayrımlar yüzünden bir iç patlamanın eşiğine sürüklenen bu her boyadan boyalı toplulukta, bir tek otorite sivriliyordu; General Teofilo Vargas. General Tanrı'nın kendisine ödevler verdiğini çevresindekilere yutturan, düzenbaz, saf kan bir Kızılderili idi. Albay Aureliano Buendia, subaylarına 'Gözümüzü üzerinden eksik etmememiz gereken vahşi bir hayvan bu,' dedi. Bunun üzerine her zaman çekingenliği ile tanınan genç bir yüzbaşı ürke ürke parmağını kaldırdı. 'Kolayı var, albayım,' dedi. 'Bu adamı öldürelim.' Albay Aureliano Buendia, önerinin soğukluğuna şaşırmadı da, bir saniye farkla kendisinden önce davranmış olmasına içerledi. 'Böyle bir emir vermemi beklemeyin,' dedi. Doğrusu istenirse, böyle bir emir de vermedi. Ne var ki, iki hafta sonra pusuya düşen General Teofilo Vargas kamış baltalarıyla paramparça edildi ve Albay Aureliano Bendia başkomutanlığı üstlendi. Bütün asi komutanların kendisini başkomutan olarak tanıdığı gece, Albay Aureliano Buendia uykusundan korkuyla fırladı, bir battaniye istedi. Bu üşüme yüzünden birkaç ay uyuyamadı; sonra üşüme alışkanlık haline geldi. İktidar sarhoşluğu, tedirginlik dalgalarıyla dağılmaya başladı. Aureliano, belki üşümesine iyi gelir diye, General Teofilo Vargas'ın öldürülmesini öneren genç subayı kurşuna dizdirtti. Aureliano'nun emirleri, daha ağzından çıkmadan, kendisinin göze alamayacağı aşırılıklara vardırılıyordu. Albay Aureliano Buendia, erişilmez gücün yalnızlığına battı..."

DİĞER YENİ YAZILAR