Biraz Sarraf...

“Hayatımız, yaptığımız tercihlerin toplamıdır.”

W.Dwyer

Türkiye’ye yönelik, dışarıdan yönetilen bir planın parçası olmasaydı gündemimizi işgal eden Sarraf konusuna bu köşede değinmeyecektik. Bu parantezden sonra Sarraf bilmecesini çözebilmek için taşları doğru yerlere koyarak okuma yapmak, bu nedenle de Amerikan hukuk sistemi ve yargı usullerinde üç temel ilkeye değinmek gerekiyor.

Bu ilkelerden birincisi Amerikan hukuk sisteminde gıyapta, yani atılı suçu işlediği iddia edilen kişinin yokluğunda yargılamanın yer almamasıdır. İkincisi savcılık makamınca mahkemeye sunulan delillerin geçerli olabilmesi için mutlaka yasal yollardan elde edilmesi zorunluluğudur. Üçüncüsü ise jürili duruşmalarda sanığın suçlu olup olmadığına karar verenin yargıç değil jüri olduğudur. Duruşma yargıcı, sanığın jüri tarafından suçlu bulunması halinde mahkemeye sunulan delillerin ağırlığı oranında verilecek ceza aralığını takdirle yükümlüdür.

Bu açıklamalara yer vermemizin nedeni Sarraf ve ardından Halk Bankası Genel Müdür Yardımcısı Atilla, Amerika’ya gitmemiş olsalardı şu anda görülmekte olan davanın açılamayacağını vurgulayarak hatalar zincirinin birinci halkasına gönderme yapmak.

Haberin Devamı

İkinci halka, mahkemede Sarraf’a dinletilerek kendisine ait olup olmadığı sorulan ve adı geçence onaylanan dinleme kayıtları, 17/25 Aralık öncesi yasal yollardan elde edilmeyen ve bir şekilde Amerika’ya ulaştırılanlar değil de ABD istihbarat ve güvenlik kurumlarının doğrudan kayıt altına aldığı görüşmeler ise bunun bilgisine nasıl olup da ulaşılamadığıdır.

Üçüncü halka her ne kadar duruşma yargıcı ve savcılar soruları ile jüriyi etkileme ve yönlendirme olanağına sahip olsalar da -ki savcıların amacı budur- savunma avukatlarının da aynı olanaklara sahip oldukları gerçeğinden hareketle, mahkeme heyetine yönelik eleştirilerin, Amerikan kamuoyu ve basınında yaratması olası olumsuzluklara zemin hazırlamaktan kaçınma konusunda gerekli özenin gösterilmeyişidir.

Amerikan kamuoyunu, onlar için hiçbir anlam ifade etmeyen Sarraf ve ortaya saçtığı iddialar değil bir Amerikan mahkemesinin “tiyatro” olarak nitelenmesinin ilgilendirdiği unutulmamalıdır.

Haberin Devamı

Sarraf’ın dönemin bir bakanına verdiğini açıkladığı rüşvetlerin nasıl ödendiğine ilişkin savcının sorusuna “bazen nakit, bazen hediye, bazen de kardeşine banka havalesi ile” cevabını vermesi üzerine delil isteyen savcıya verdiği “dekontu var” yanıtı bizi hatalar zincirinin birinci halkasına götürüyor.

Bu yanıttan anlaşılıyor ki Sarraf, Amerika’ya, varıldığı açık bir anlaşma uyarınca dersini çalışarak ve hazırlığını yapıp dosyasını koltuğunun arasına alarak gitmiş görünüyor.

Amerika’da görülmekte olan davanın şimdilik kaydıyla, kamuoyu ve piyasalarca fiyatlanarak satın alındığından yola çıkıldığında doğrudan bir siyasi hedef gütme yerine bozulmasına çalışılan ve üzerinde daha da çalışılacağı anlaşılan ekonomik göstergeler üzerinden dolaylı bir yıpratma kampanyasına dönüşeceğinin sinyallerinin alındığı günümüzde hamasi söylemler yerine akılcı bir karşı oyun planının devreye alınması olası hasarları önleme adına herhalde yararlı olacaktır.

Haberin Devamı

Bu bağlamda Sarraf davasının, Türkiye’de bir rüşvet ağını açığa çıkarmaktan çok, içinde siyasetçiler ve bürokratların bulunduğu bu ağ üzerinden yürüyerek İran’a yönelik ambargonun kırılmasını kanıtlama ve bağlı olarak ekonomiyi zorlama kurgusu olduğu unutulmamalıdır.

Birinci perdesi gösterimdeki bu oyunun yaratılacak belirsizlikler ve ayrışmalar üzerine kurgulanacağı anlaşılan ikinci perdesinin açılmasına izin vermemek ise farklılıklarımız ötelenerek hiç olmazsa bir süre aynı dili konuşmaktan geçiyor...

Çünkü Türkiye adlı gemi bir tane ve kara çok uzaklarda!..

DİĞER YENİ YAZILAR