Gaye Su Akyol hayalindeki müziği, endüstriye yem olmadan sunabilen nadir sanatçılardan. Gaye’nin albümleri müzikal bir haritaya benzer. Sözleriyle şimdiyi anlatırken geleceğe de gözlem açısından miras bırakır. Seneler sonra aşkı, ülkeyi, arkadaşlığı, bu dönemin hislerini anlamak mümkündür. Uzun zamandır üzerinde çalıştığı 11 şarkılık uzun çaları “İstikrarlı Hayal Hakikattir”de de bu tavrından ödün vermemiş. Geçtiğimiz iki albümünü düşününce artık uzaydan gelmiş ve toprağa ayak basmış bir Gaye’ye rastlıyoruz. Her bir şarkı kendi içerisinde bu coğrafyanın müziği ile harmanlanan... Zaten onun müziğine dair yazılan şu söylem fazlasıyla tavrını açıklıyor, “Selda Bağcan ve Kurt Cobain’i aynı anda dinleyen kozmopolit İstanbul’da büyüyen Gaye...”
Albüme adını veren ‘İstikrarlı Hayal Hakikattir’ açılışı yapıyor. Gaye, arkasına
enstrümanında en iyi ve özgün olan müzisyen ordusunu katmış ve yola çıkmış. Şarkıda vokallerde BubiTuzak’ten Ali Güçlü Şimşek ve Görkem Karabudak’ın baskınlığı hissedilirken, perküsyon ve psikedelik bir sound ile sarmalanan da bir yapı var. Karakteristik vokalini tamamlayan ve ritmi bir an bile düşmeyen bir müzik ile karşılaşıyoruz.
Barış Manço bile severdi
Ardından ‘Bağrımızda Taş’ tüm sakinliği ile başlıyor, sanki bossa nova bir şarkı dinleyecekmişiz gibi ama alaturka sound derinden hissedilirken cümbüşlerle şarkı yerel bir hal alıyor. Tüm coğrafyadan bir doku olduğu ‘Laziko’ şarkısında net bir şekilde ayyuka çıkıyor. Gaye, Karadeniz etkisini şarkı sözlerinde ve vokallerinde bize sunarken, elektro sazın bu şarkıdaki başrolünü es geçmemek lazım. ‘Bir Yaralı Kuş’ parçası Doğu’nun bir müzikalinde çalsa asla sırıtmayacak arabesk bir ruha sahipken şarkı sözleri de yine tamamlayıcı bir unsur.
Ve tabii albümdeki tek cover Barış Manço’nun ‘Hemşerim Memleket Nire’ ise bu çok kültürlü ama yaşadığı ülkenin sanatsal dokusundan ayrı tutulmayacak albümün ideolojisini yansıtıyor. Son dönemde duyduğum en iyi cover’lardan biri diyebilirim.
Bir kültür mozaiği
İkonik cadı Sabrina, Netflix’in yeni serisi Chilling Adventures of Sabrina ile yeni nesil ile tanışmaya hazırlanıyor. 26 Ekim’de başlayacak ve çok daha karanlık bir dünya ile bizi karşı karşıya bırakacak olan Sabrina’nın detaylarını başroller Kiernan Shipka ve Ross Lynch ile Barselona’da konuştum
90’ların sevimli cadısı Sabrina hiç bu kadar güçlü, hiç bu kadar feminen bir karakter olarak karşımıza çıkmamıştı. Netflix’in yeni orijinal dizisi Chilling Adventures of Sabrina’da büyü ve cadı dünyasına dair çok farklı bir format izleyeceğiz. Bu yeni nesil Sabrina, Archie Comics’ten neredeyse birebir uyarlanması ile dikkat çekiyor. Sabrina bir taraftan kendisini, ailesini ve insanlığı tehdit eden kötücül varlıklara karşı savaşırken, bir taraftan da yarı insan yarı cadı olarak bir denge yakalamaya çalışıyor. Korku dolu bu deneyimin başrolünde ise Kiernan Shipka ve Ross Lynch yer alıyor. Amerika’nın son dönem parlayan yıldızları ile Barselona’da bir araya geldim. İkilinin uyumu en az dizideki kadar kuvvetli ve gerçekçiydi...
2000’li yıllarda eski şarkılara remiks yapmak trend haline gelmişti. Kulüpler ‘Türkçe şarkı çalmayız’ kalıbını da bu sayede kırmıştı. Boğaz kenarındaki birçok kulüpte arabesk ve pop şarkıların remikslerini gümbür gümbür şekilde duymaya başlamıştık. Gece hayatının zeminini hazırlayan DJ’ler bu başlangıç ile artık Türkçe şarkıları kulüplerde rahatlıkla çalar hale gelmişti. Her ne olduysa özellikle alternatif ve rock müzik yapan müzisyenler o dönemi yad edermiş gibi remiks çalışmalarını bir bir online müzik kanallarından sundu. Bilindik şarkıları bambaşka bir kompozisyonla sunan bu çalışmalar kulüpler için mi yoksa kendi kısır döngüsü içinde dolanan ana akım müzisyenlerinin ‘biz de varız’ haykırışı mı?
Teoman: Teoman, eskiden beri şarkılarını remikslemek isteyen DJ’leri geri çevirmeyen müzisyenlerden. Yakın zamanda Teoman ile yaptığım bir röportajda artık üretemediğini ve müziğin prodüksiyon kısmında olmak ona daha eğlenceli geldiğini belirtmişti. Bundan yola çıkarak Teoman’ın Armageddon Turk’e şarkılarını emanet etmesi şaşırtıcı değil. Armageddon Turk janr fark etmeksizin, birçok sanatçı ile çalışan bir oluşum. Şahsen Sofi Tukker, Gorillaz şarkılarına yaptıkları remikslerin özgün olduğunu düşünürken, Türkler ile çalışmalarını tek düze bulduğumu belirtmeliyim. Teoman’ın remiksledikleri iki şarkıdan ‘Tuzak’ın ritmi şarkının vokalleri ile çok güzel ahenk oluşturmuşken, ‘Bazı Yalanlar’ ise remiks konusunda zayıf kalmış. Şarkının asıl versiyonundan pek de farkı yok gibi...
Mor ve Ötesi: Üzerinde en çok çalışılan remiks albümü ise Mor ve Ötesi’nin İTÜ’nün Müzik Teknolojileri bölümünün öğrencileri ile yaptığı ‘bd9r’... ‘Büyük Düşler’ şarkısına 9 farklı öğrenci, dokuz farklı dokunuş ile yaklaşmış. Hem orijinal hem de riskli bir iş. Riskli çünkü aynı şarkı sözlerini dokuz kere duymak sizi boğabilir. Ama remiksin doğası gereği şarkının yapısı tamamen bozulup sanki dokuz apayrı şarkı dinleyeceğimizden orijinal bir yanı da var. Albümde en dikkatimi çeken ayrıntı neredeyse hiçbir öğrencinin şarkının vokalleri ile oynamaması. Bu şarkı girişlerinde sürekli aynı vokal tonlamasını duymamızı sağlıyor ve bu orijinal işi de ortalama bir hale getiriyor. Bir tek Furkan Kalemci giriş döngüsünü kırabilerek kendi imzasını atabilen albümdeki nadir isimlerden. Hakan Atmaca ve Anıl Gün de şarkının matematiğini bozarak remiksin doğasını yansıtabilmiş.
Vega: Vega da ‘Delinin Yıldızı Deluxe’ ile 8 farklı remiksi albümüne eklemiş. Albümün en parlakları ise Vega’nın müzikal tavrını yaratan Tuğrul Akyüz’ün elektronik müzik projesi 2Rule’un ‘Komşu Işıklar’ şarkısını house ve progressive tarzda remikslemesi. Hatta bu şarkının albüm versiyonunu sevmezken, bu yeni hallerine tutulup kaldım. Kalben de ‘Kuşlar’ şarkısının remiksinde aynı hissi yaşatmıştı. Şarkı, bu sayede bambaşka bir şekilde karşımıza çıkıyor. Tam da remiksin doğası bu değil midir? Şarkıya, yeni bir giysi giydirmişsiniz gibi...
Bazen ortaya çıkan tek bir single şaşırtıcı bir ideoloji ile örülüdür, klibinden kapak fotoğrafına kadar ince düşünülmüştür. Oyuncu ve MC Riz Ahmed’in yeni şarkısı “Mogambo” da tam bu tarife uyan işlerden. İngiltere’de büyüyen Ahmed, azınlıkların kendilerini en iyi ifade ettiği müzik türüne sığınır yani rap’e. Oxford’da okuduğu yıllarda dil yeteneğini keşfeder. Hafızamıza kazınan rapçilerin en büyük silahları kelimeleri değil midir? Ahmed, bıçak gibi keskin sözleri yüzünden bir dönem Londra’da bazı radyolar tarafından yasaklanır. Star Wars ve Venom filmlerindeki rolleri ile her geçen gün Hollywood’da kendine sağlam bir yer edinirken, Pakistan kökenini ise bu tarz roller alacağı otantik bir figür olarak sunmaz.
Riz Ahmed’in yeni single’ı “Mogambo” ise islamfobi ve ırkçılığa dair sipsivri bir dil olarak kulaklarımızda tınlıyor. Karanlık beatlerle örülü, ritmik perküsyonların hissedildiği şarkının adı ise Bollywood’un kült filmi Mogambo’dan alınma. Klipte ise Pakistan’ın kum güreşi akharayı izliyoruz. Ahmed, Pakistan seyahati sırasında aslında farklı bir çalışma yapacakken çiçek desenli mayolar giymiş, akhara ile güçlerini ortaya koyan güreşçiler ile karşılaşır. Hatta sosyal medya hesabından bu durumu şöyle anlatır, “Kahverengi erkekler genellikle deli, korkutucu, zayıf ve uysal olarak gösterilir. Nadiren karmaşık, çelişkilidir. Ama bu adamlar çiçek tangaları giyerken sizi tekmeleyecek güce sahiptir.” Yeni şarkısının şu kısmı onun Müslüman Pakistanlı kimliğine sahip çıkarken Hollywood’un ya da Amerika müzik endüstrisinin içinde bir piyon olmadığını net bir şekilde bize gösterir; “Onlar topraklarımıza ayak bastı, ben onların toprağına kök saldım, bu söze dürüstlüğümü koydum, dürüstlüğümü tükürdüm ve o kahverengiydi.”
Ahmed, Doğu ve Batı arasında yaratmaya çalıştığı harmanı ise National Gallery’de yer alan İtalyan ressam Gentile Bellini tarafından yapılan ünlü Fatih Sultan Mehmet portresi ile anlatır. Bellini’nin oryantalizme yaklaşımını o da kendi sanatında yani oynadığı bir rolde ya da bir şarkıda göstermeye çalışır. Bu sulandırmadan, kendini acındırmadan, köklerinin farkı değil doğası olduğunu gösteren bir kültüre sahip çıkıştır. Bugün Venom vizyona girmişken kendi neslinin en parlak ismi Riz Ahmed’i es geçmeyip “Mogambo” şarkısını dinlemenizi öneririm.
Hollanda’nın Utrecht şehrinde 8-11 Kasım tarihlerinde müziğin sınırlarla ifade edilemeyen bir kavram olduğunu 12 yıldır ifade eden ‘Le Guess Who?’ festivali gerçekleşiyor. Şehirde tiyatrolardan, küçük galerilere kadar her mekan müziğin farklı tondaki seslerine kapılarını açıyor. Gelecek yıllarda müzik trendlerinin ne yöne doğru ilerleyeceğini de bu festivalde takip edebiliyorsunuz. Mesela Selda Bağcan bu festivaldeki performansından sonra birçok ülkedeki büyük müzik organizasyonuna davet edildi. ‘Le Guess Who?’ bu yıl ise müziği ile sınırları aşmış ülkemizde ise sadece ufak bir çevrenin radarına takılan klarnet ustası Cüneyt Sepetçi’yi konuk ediyor. Festivalin internet sitesinde yer alan şu cümle “Türkiye’nin şimdiye kadar ürettiği en büyük müzisyenler arasında” onun müzikal başarısının diller arasından ziyade ruhla ilgili olduğunu bize kanıtlıyor. Sepetçi’nin bu ilk yurt dışı festival deneyimi de değil kendisi daha önce Danimarka’daki Roskilde Festivali’nde de sahne aldı. Müziği, lokal sound’ları incelikli bir şekilde işleyen çoğu prodüktörün de radarında. Onun bestelerinde Roman müziğinin bir kutlamasına şahit oluyorsunuz. Kederli yaylıların üzerine, meraklı ve bir o kadar da incelikli bir stille klarnetini üflüyor. Dolapdere’nin sokaklarından yükselen Sepetçi’nin klarnetinin sesi lokal kültürle müziğin iç içe geçtiğinde ne kadar kuvvetli olabileceğinin kanıtı... Ayrıca usta isim, ‘Le Guess Who?’ sahnesine Orchestra Dolapdere ile çıkacak.
Şehrin kültür ayak izleri
Eylül ayı ile beraber İstanbul’un kültür haritası oldukça hareketli bir hal aldı. En dikkat çekici sergi, konser ve festivallerden birkaç önerim olacak...
- Türk resim tarihinin en önemli kadın ressamlarından olan Fahrelnissa Zeid’in 40 yılı aşkın süredir ürettiği farklı dönemlere ait yağlıboya resimleri 4 Kasım’a kadar Dirimart’ta... 1940’lı yıllarda Türk modernizminin izlerine Zeid’in resimlerinde rastlayabiliyorsunuz. Soyut eserlerinin yanı sıra özellikle portre çizimleri onun imzası...
- İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından düzenlenen 4. İstanbul Tasarım Bienali’ni yarın kapılarını açıyor. 4 Kasım’a kadar sürecek olan bienalin bu yılki başlığı ‘Okullar Okulu’... Bu bağlamda günümüzde öğrenme kavramı yeni dünyaya ne kadar ayak uydurabiliyor sorgusu eserler ve etkinliklerle karşınıza çıkacak. Bienal kapsamında Akbank Sanat, Yapı Kredi Kültür Sanat, Pera Müzesi, Arter, SALT Galata ve Studio-X Istanbul kapılarını açıyor. 200 kadar katılımcının sergi ve projeleri sizi Taksim’den Karaköy’e kadar 3 kilometrelik bir yürüyüş
güzergahı yaratmanızı sağlıyor.
- Zorlu PSM tarafından düzenlenen MIX Festival de merak edilen programını açıkladı. Festival kapsamında farklı müzikal janradan gelen birçok sanatçı 16-17 Kasım boyunca heyecanı yüksek performanslar sergileyecek. Geçtiğimiz yıl Studio’da gerçekleştirdiği performans ile büyük bir alkış alan disko müziğinin ustaları Fransız ikili Polo&Pan ve son dönem Nordik müziğinin başarılı genç temsilcilerinden AURORA festivalin dikkat çekici isimleri. Özellikle AURORA, ‘yeni nesil neler dinliyor?’ diye merak edenler için iyi bir örnek olarak karşımıza çıkıyor. Festival kapsamında ayrıca Her, Kazy Lambist, Otzeki, Sophie Hunger, Undo, Losless, Tender da sahne alacak isimler arasında.
Berlin’de gerçekleşen Red Bull Music Academy kapsamında Nina Kraviz ve Janelle Monáe’nin atölyelerinde müzikal dünyalarını dinledik...
Berlin’deki tarihi birçok ana şahitlik etmiş mekanların müzik ile iç içe geçmesine hep hayran kalmışımdır. Gecenin sabaha döndüğü saatlerde eski bir elektrik santralinden gece kulübüne dönüşmüş bir mekandan çıkarken müzik Berlin’de iliklerinize kadar işler. Bu dönüşümü yaşamış en kendine has mekanlarından biri de bir dönem Alman devlet radyosuna ev sahipliği yapan Funkhaus. Mekan, 60’lı yıllarda dev bir stüdyo kompleksine dönüşmüş ve bugün şehirden ayrı düşünülmeyen tekno müziğin de en önemli müzisyenlerinin kayıt yaptığı tarihi bir yapı haline gelmiş. Avrupa’nın en önemli ikinci stüdyosu Funkhaus, beş hafta boyunca dünyanın dört bir yanından gelen 61 gelecek vaat eden müzisyeni 20. yılını kutlayan ve yeniden evine dönen Red Bull Music Academy kapsamında da ağırlıyor.
61 genç müzisyen teknik imkanları dışında ilham olarak da kusursuz bir alan yaratan Funkhaus’ta müzikal dillerini yaratıyor, çeşitli stillerden, metodolojilerden gelen öncü sanatçılarla işbirliği yapıyor. Türkiye’den ise şarkıcı/söz yazarı Loradeniz, elektronik sound’ları ile fark yaratan Robogeisha ve görsel ile işitseli bir arada sunan Akkor, önemli müzisyenler ile buluşan isimler. Red Bull’un kendi çatısı altında ders verdiği öğrencileri dünyanın birçok önemli festivaline hazırlaması, içlerindeki potansiyeli dışa vurmaları için onlara alan yaratması oldukça takdir edilesi bir tavır. Keza söyleşisine katıldığımız şu an dünyanın en önemli DJ’leri arasında yer alan akademinin eski öğrencilerinden Nina Kraviz buna iyi bir örnek. Nina, 2005 yılında Rusya’dan akamediyi kazanmış isimlerden biri. Yıllar sonra belki de kendisi gibi bir yıldız olacak akademi öğrencilerine şefkatle yaklaştığı bir dil kullanıyor. Nina, “Akademiye katıldığımda müzik konusunda oldukça açtım ve bakış açımı geliştirmem için diğer müzisyenlerle bir arada olmam gerekiyordu. Bir süre sonra müziğin beni mutlu etmesi önemli oldu, doğru beni bulmak için kaçış oldu. İnsanlar benim müziğimle dans ederken delirmiş gibi de hissediyorum” diyor. Altını çizdiği ayrıntı ise şehir kültürlerinin elektronik müzik sahnesini geliştirmesi... Zaten son dönemde gençlerin en çok bahsettiği şehirlere baktığınızda müzik ile sokağın ahenkle bir araya geldiğine şahit oluyorsunuz; Berlin, Tiflis, Barselona...
Berlin’den İstanbul’a 12 saat müzik
Hemen ertesi gün ise afro Amerikan kültürünün genç yüzlerinden aktirst-müzisyen Janelle Monáe’nin söyleşindeyiz. Dirty Computer albümü ile son dönemin en çok ses getiren ismi... Bize bilgelik dolu sözler söylerken oldukça açık sözlü Janelle, yarattığı “afrofuturistik funk”ın inceliklerini anlatırken prodüktörü Brian Wilson’ın ne kadar önemli olduğunu belirtiyor. Modern pop ikonu çalışmalarını kültürel açıdan anlamlı, sosyal olarak etkili olduğunu söyleyerek müziğin nasıl sosyal statüleri de ortada kaldırdığına şahit oluyoruz. Janelle, “Müziğimle bir deneyim ortaya koymaya çalışıyorum. Sanat yaptığımdan emin olmak, bunu hissetmek ve yaşatmak istiyorum. Müzik benim kadınlığımı kutladığım da bir alan. Dirty Computer albümü de bir kavram. Dünyaya atılmış bir virüs olmadığınızı gösteren bir olgu. Ben afro-Amerikan işçi sınıfından gelmiş genç bir kadınım ve değişimi sağlayarak kendi iş dünyamı yaratabildim. Müziğimi kalbimde hissederek hayalimi dizayn ettim. Baskılara şarkılarımla cevap verdim. Bunu sanatınız ile siz de yapabilirsiniz” diyor. Sadece bir akademiyi ziyaret etmiyoruz anlayacağınız, müziğin çabalar ve kendi kültürünüz ile harmanlanınca nasıl kitlelerce hissedebildiğine de tanık oluyoruz bu iki kadın müzisyenin konuşmasında...
Berlin’deki Red Bull Music Academy’nin 20. yılını kutlamak ve o ruhu İstanbul’da da hissetmeniz için Red Bull Music Festival özel bir gece organize etti. 29 Eylül günü Beykoz Kundura Fabrikası’nda 12 saat kesintisiz müzik ile Talaboman, Fennesz gibi birbirinden değerli müzisyenler setin başında olacak.
BKM organizasyonuyla bu ayın başında izlediğimiz Imagine Dragons konseri hiç şüphesiz müthiş bir enerjiye sahipti. Grup öncesi ise İngiliz müziğinin ruhunu hala taşıyan The Vaccines sahnede yerini aldı. Ben de sahne arkasında bu fazlasıyla eğlenceli vokal Justin Hayward-Young ve gitarist Freddie Cowan ile bir araya geldim. Yeni albümleri Combat Sports’un ortaya çıkış sürecini derinlemesine konuştum.
Şehrin en yeni festivali ‘fizy İstanbul Müzik Haftası’ kapsamında Erlend Øye&La Comitiva, 19 Eylül akşamı Zorlu PSM sahnesinde olacak. Özellikle Kings of Convenience’den tanıdığımız Erlend, bu projesinde İtalya’nın denize nazır kasabalarına iniyor ve naif bir müziğin içine bizi sürüklüyor. Erlend ile konser öncesi müziğinin son dönemde nasıl şekillendiğini konuştum.
Dünyanın bu kadar çok dijital ile içli dışlı olduğu bir dönemde sen daha farklı bir yol izliyorsun. Dört kişi ukulele ve klasik gitarlarla sahneye çıkıp müthiş bir performansa imza atıyorsun. Sizin müziğiniz ile dinleyici bir bakıma da dış dünyadan uzaklaşıp arınıyor mu?
Şu anki projemde bir ukulele, bir cavaquinho (metal tel kullanılan bir Brezilya ukulelesi), bir çelik telden yapılan gitar ve bir klasik gitar bulunuyor. Bunlar bir araya gelince bana göre çok heyecan verici bir sound oluşuyor. İnsanların gülümsemesine, biraz dans etmesine ve kendi belleklerinde bir yolculuğa çıkmasına yardımcı oluyoruz.
Naif şarkılar yazmanı sağlayan ilham kaynakları neler?
Bundan yaklaşık bir sene önce ukulele çalmaya başladım. Birinin bana 40. yaş doğum günü hediyesiydi. Ukulele, gitardan biraz daha farklı; bu yüzden beni daha farklı, daha sade şarkılar yazmaya teşvik etti. İtalyan müziğinden ve La Comitiva’yla yaptığımız Latin müziklerinden de ilham aldığımı söyleyebilirim. Küba, Brezilya ve Sicilya müzikleri de etkilendiklerim arasında. La Comitiva ise Siraküza’da gerçekleşen partilerde doğdu. 4-7 kişi bir araya gelip Küba, Brezilya ve Sicilya müziklerinin coverlarını yapıyorduk. Onları o dönem birkaç konser gerçekleştireceğim ve tatil yapacağım Şili’ye davet ettim. Sonra profesyonel olarak çalışmaya başladık ve bu konsepti geliştirdik.
Yaşadığın ülkeler Almanya, İtalya ve Norveç, bu üç ülkeyi müzikleri bakımından nasıl tanımlarsın?