12 saat aynı mekânda...

Haberin Devamı

Bu kadarı da olmaz, diyor her arayan... Öğlen 12’den beri kim arasa aynı adresi veriyoruz çünkü: ‘Lluvia’dayız. Evet hâlâ...’

Saat gece yarısı 12’ye geliyor bu arada!.. Tam 12 saattir aynı mekânda oturuyoruz yani. Burasının hikmeti nedir bilmem ama ne zaman gelsem 7 saatten aşağı vakit geçirmiyorum.

Maçka Parkı’nın içinde bir cennet adeta. Hafta sonu kahvaltıları için ideal bir adres, şehirden fazla uzaklaşamayanlara.

Maç izlemeleri için de öyle imiş meğer. Hırvatistan maçını burada izledim mesela, Almanya maçı için de yerimi ayırdım, uğur getirdi zira.

Mekânların da bir enerjisi varsa eğer, burası insanı kucaklayan yerlerden. Tabii birlikte vakit geçirdiğin insanların da etkisi büyüktür böyle uzun oturmalarda. Yanında sıkılmadığın arkadaşların olması gerek. Beraber susabildiklerin...

Hoş, bugünlerde pek sustuğum söylenemez benim. Kimi yakalasam İsviçre anılarımı anlatıyorum da... Bugüne dek pekçok Avrupa ülkesi gezdim ama buranın gönlümdeki yeri başka.

Bilirsiniz bir yeri başka kılan nedenlerin başında yaşananlar gelir.

Bir kere milli maç coşkusu başlı başına yeterdi Cenevre’yi unutulmaz kılmak için.

Hepsi o kadar değildi ama...

Bir çikolatanın doğuşuna tanık olduk, tadı kadar üçgen şekliyle de farklı, viskinin yandaşı Toblerone’un fabrikasını gezdik. Arının yaptığı baldan damağımıza ulaşıncaya kadar geçirdiği evreleri gördük.

Sonra Maraşlı Derviş Abi’nin işlettiği pub’a geçtik. Bir yandan da ‘Türkler her yerde’ diye söylendik. Nereye gitsek bir Türk buluyoruz gerçekten. Finlandiya’da bile bir Türk kebapçısı çıkmıştı karşımıza. Ağzımıza layık bir şeyler bulamamış, açlıktan öleceğimizi düşünüyorduk ki, nasıl da güldürmüştü yüzlerimizi.

Tekila kalmadı!

İsviçre’de beni şaşırtan şeyler de oldu tabii. 6’dan sonra in cin top atıyor sokaklarında. Gece hayatı diye bir şey yok. Pub kültürü. İsviçre biraları güzel ama birayla nereye kadar yani?..

Gözünü sevdiğimin Yeditepelisi, 24 saat uyumayan şehrim benim. Nereye gidersem gideyim bir bilsen nasıl da özlüyorum seni. Döner dönmez İstiklal’e attım kendimi zati, iki insan gördüm de kendime geldim.

İstanbul’u başka kılan öyle çok sebep var ki... Örnek mi:

Cenevre’nin göbeğindeki pub’tayız... ‘Tekila kalmadı’ diyor barın öte yanından Derviş Abi. Tam muhabbet kıvamına gelmiş, kafalarımız daha da güzelleşmek istemiş, tekila yok. Neymiş, Çek milli takımı yenilginin ardından bu pub’a gelip bütün tekilaları bitirmiş. Ee bütün gün niye tedarik edilmedi?.. B52 olsun dedik, onun da alkolünden kalmamış.

Düşünün İstanbul’da bir barda alkol kalmadı diyorlar, olacak şey mi?..

Yerden yere vururuz o müesseseyi.

Niye Rus kızlar?

İsviçre’de beni şaşırtan şeyler bununla bitmedi. Ekonomisi ortada bir ülke sonuçta. Kişi başına düşen gayri safi milli hasılasını falan yazdırmayın şimdi. Sokakları bal dök yala vs..

Ne görmeyeceğinizi az çok tahmin edersiniz değil mi?..

Köşeleri mesken tutmuş fahişeler mesela...

Ya da arabadan iner inmez yanınıza yanaşıp el açan bir dilenci.

Olmadı pub’ları gezen çiçekçiler, bizdeki ‘Abi ablayı seviyosan bi gül al’ diyen çingeneler misali...

Hepsini gördük burada!.. Burası İsviçre mi, diye şaşırdık.

Siyaset yazarları kadar iyi bilemem nasılını niyesini ama serbest dolaşım hakkının zenginliğiyle namlı bir ülkeye yaptıkları ortada.

Sokak köşelerini mesken tutan kadınlar da Rus’muş bu arada.

Hani şu Türkiye dışında bütün dünya kadınlarının da ortak derdi olan süt beyaz dilberler.

İsviçre biralarıyla alevlenen sohbet döndü dolaştı onlara da geldi.

Dedi ki bizim erkekler:

‘Evet Rus kızları tercih ediyoruz, çünkü Türk kızlarının standartları çok yüksek. Tam kızı tavlıyorsun aile giriyor araya. Evi olsun, arabası olsun, ne iş yapıyor çocuk, bi dünya tantana.’

DİĞER YENİ YAZILAR