Gazete Vatan Logo

Dışımız değişiyor, içimiz hep kaskatı!

Oğullara bakıyorum. Öfkeliler, huysuzlar... Dünyaya karşı adını tam koyamadıkları bir kırgınlıkları var

Oğullara bakıyorum.

Öfkeliler, huysuzlar...

Dünyaya karşı adını tam koyamadıkları bir kırgınlıkları var.

Sanki kanatlanıp uçmak istiyorlar da bir türlü olmuyor, bir türlü açılmıyor o kanatlar...

Ve esası şu ki, babalarıyla araları nanemolla, hatta kavgalılar.

Onlarla aynı dünyada olmaktan, aynı dünyayı paylaşmaktan fena halde sıkılıyor, boğuluyorlar.

Ama ne gariptir, babalarının tuttuğu takıma gönül veriyorlar çoğu zaman.

Biraz daha gürültücü, biraz daha fanatik biçimde aynı takımın taraftarı oluyorlar.

***

Kızlara bakıyorum.

Sevgileri şelale, düş kırıklıkları uçsuz bucaksız.

Her şey onların olsun istiyorlar, hemen şimdi istiyorlar...

Annelerinden daha sabırsız, daha maceracılar.

Nelerden nefret edecekleri konusunda anneleriyle hiç anlaşamıyorlar. Çatışma, çekişme bitmiyor aralarında.

Ama iş neleri seveceklerine gelince...

Annelerinin izinden gidiyorlar çoğu zaman.

Bu yüzden işte...

Bütün yeniliklerin bizi bir türlü değiştiremiyor olması bu yüzden.

Aksesuvarlar değişiyor, zenginleşiyor.

Üsluplar renkleniyor.

Ama hayatımız hep aynı kalıyor.

Eninde sonunda oğulların hayatı babalarınınkine, kızların hayatı annelerininkine benziyor.

***

Öyle bir hal ki bizimki, ne kendimizi ne başkasını ne de hayatı rahat bırakıyoruz.

Rahatsızız.

Batıyor oturduğumuz bütün koltuklar ama yine de oturmakta ısrarlıyız. Kalkıp "orayı" terk etmek gelmiyor içimizden.

Huzursuzuz.

Sonra da doğada, tasavvufta, meditasyonda, sanatta, dostlukta huzur arıyoruz.

Bu kadar huzursuz bir huzur arayışı sonuç vermiyor elbette!

Huzursuzluğumuzu sevsek, o kalp çarpıntılarından, o baş dönmelerinden güzel sarhoşluklar yaratsak bari, ama nerde!..

***

Başkalarına katlanamıyoruz.

Başkaları için çalan bütün şarkılar gürültü bize...

Başkaları canımızı acıtıyor.

Hemen "biz bir aileyiz" konumuna girmek istiyoruz.

Bazılarımızın o "aile"de ebediyen çocuk, bazılarımızın sür git anne, her zaman baba kalması işimize geliyor.

Babanın koruyucu kollarının güvenini, annenin süpürge edilmiş saçını özgür seçimlerin ucu açık sevgilerine tercih edecek kadar korkağız.

Cesaret ya kahramanlık ya da aptallık bizim kitabımızda. İkisinin ortası yok...

Çünkü en çok korkularımızı seviyoruz; onları balla börekle besliyoruz.

Ve...

Söke söke alınmış kişiliklerin alınmış kimliklerden çok daha değerli olduğu gerçeğini görmezden geliyoruz.

Sevmek mi?.

Hayır, biz sevilmekle, sadece sevilmekle ilgileniyoruz.

***

Bu yüzden işte...

Hayatımıza giren bütün yeniliklerin bizi bir türlü değiştirememesi bu yüzden...

Bütün iddialı "keşif" gezilerimizden, zaten canı sıkıldığı yetmiyormuş gibi bir de havaalanında bavulunu kaybetmiş turistler gibi dönmemiz bu yüzden...

Sıkıştığımız zaman arzularımızı, hayallerimizi, gayelerimizi cami avlusuna bırakıp kaçtığımız için..

Babamızınkinden başka bir takıma gönül verecek kadar bile asi olamadığımız için..

Dünyaya annemizin kucağından bakmaya doyamadığımız için...

Özgürlüğü göklerde uçan nazende bir balon sandığımız için...

Sorumluluğu zorunluluk sandığımız için...

Değişmiyor işte!

Dışımız ne kadar değişirse değişsin, içimiz kaskatı kalıyor.

Taş gibi...

***

Mevlânâ nın adını durmadan anmak, parlak nutuklarla onu sabah akşam yüceltmek pek öyle zor bir şey olmasa gerek.

Asıl zor olan, cesaretle onun dizelerine kulak vermek...

Şimdi tam bu yazının sonuna gelmişken Mevlânâ'nın şu dizelerini hatırlamaya var mısınız?

"Bizim için kötü de, iyi de söyleseler memnunuz

Sizin sonunuz yok, diyorlar bize

Biz sonsuz olmaktan memnunuz."

Haberin Devamı