Çözüm için atılan her adımı PKK baltalıyor

Haberin Devamı

Bakan Eker’e göre Kürt sorunu PKK ile başlamadı. Cumhuriyetin kuruluşunda Kürtler’in asli unsur olduğunu söyleyen Bakan Eker ‘Kürtler’in Sivas Kongresi’ne destek verdiğini, Lozan’a delege olarak gittiğini’ hatırlatıyor. Eker, sorunun çözümü için atılan her adımı PKK’nın baltaladığını da söyledi.

ANKARA - Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker, Kürt sorununu VATAN’a değerlendirdi. Ankara Temsilcimiz Bilal Çetin ile birlikte Eker’e yönelttiğimiz sorular ve yanıtları şöyle:

-Suriye’nin kuzeyinde gelişmeler ortada. İstesek de istemesek de coğrafya değişiyor. Türkiye dışarıda oyun kurucu olmak istiyor ama Kürt sorunu sürekli engel çıkarıyor. Nasıl çözülecek?

Bu tür meselelerin bir deadline’ı olmaz. Bu bir süreç. Sosyolojik boyutu olan tarihsel şartların ortaya koyduğu bir gelişme. Yani bir düğmeyi açıp kapamakla olacak bir iş değil. Çok samimi, rasyonel aynı zamanda sürdürebilir düzeyde çözümü AK Parti olarak biz önerdik. Bu yönde de olağanüstü gelişmeler sağlandı. Bizim açımızdan hala devam ediyor. Türkiye’de Kürt vatandaşlarımız var. Ben de onlardan biriyim. Vatandaşlarımızın daha önceden reddedilmiş, tanınmamış kimliği var. Bunun karşılığında yaşatılmış bir dili var. Bununla ilgili düzenlemeler yapıldı. Kürtçe’nin dil olarak kullanımı kolaylaştırıldı. Bugün biz, Kürtçe’nin üstelik devlet eliyle yayınının yapıldığı, üniversitelerde bölümlerin açıldığı ve devletin okullarında seçmeli ders olarak okutulacağı bir aşamaya geldik. Bu çok büyük bir gelişme. Vatandaşlarımızın demokratik hakları olduğuna inandığımız için bunu yapıyoruz. Yasaklanmaması gerekiyordu ama geçmişte o hatalar yapılmış. Bugün tamir ediyoruz. Ama tüm bunları Türkiye’nin birlik ve beraberliğini zedelemeyecek şekilde yapmaya çalışıyoruz. Türkiye Cumhuriyeti’nin bütünlüğü içerisinde vatandaşlarımızın demokratik haklarını, taleplerini yerine getirme çerçevesinde yaptık. Bundan sonraki süreçte de bunu yapmaya çalışacağız.
Çözüm için atılan her adımı PKK baltalıyor
-Bir taraftan da “Neden Kürt çocuklarına ‘Türk’üm doğruyum çalışkanım’ dedirtiyorsunuz?” eleştirileri geliyor...

Her şeyi bir denge içinde götürmek mecburiyeti var. Bir sorunu çözerken bir başka sorun yaratmamanız lazım. Bazı konular vardır ki bir olgunlaşma ve genel bir kabul gerektiriyor. Toplumda herkesin “tamam arkadaş, artık olmalıdır” denilecek noktaya gelmesi gerekiyor. Önemli olan o şartları olabildiğince ama barış ve huzura zarar vermeyecek şekilde süratlendirmektir. Onun için STK’lar şiddete başvurmadan, terör üzerinden bir şey yapmaya kalkışmadan, başka bir şeye zarar vermeden bunları dile getirmeli. BDP veya herhangi bir parti, vakıf veya derneğin şiddete de başvurmadan süreci hızlandıracak taleplerle ortaya çıkması önemli. Bunu yapmalılar.

BDP bağımsız değil

-Ama silahı elinden düşürmüyor sonuç olarak.

O zaman olmuyor işte.

-Kürtçe’nin seçmeli olması eleştirilirken “Kürtçe kolejler açılsın” isteyenler de var...

O süreç içerisinde konuşulacak, tartışılacak. Bir şeye çok dikkat etmek gerekiyor: Türkiye nereden nereye geldi. Düşünün ki Türkiye’de insanların önemli bir kısmı Kürt diye bir şey olmadığına inanıyordu veya inandırılmıştı. Kürtler bile, “Yok arkadaş biz aslında Türk’üz” diyordu. Mesela Zaza’lar hala bugün bile “Hayır biz Kürt falan değiliz” diyor. Böyle bir ortamdan çıkıyor ve “Kürt diye bir şey var, edebiyatı, dili var” der hala geliyorsunuz.

-BDP’nin sürece katkısı oluyor mu?

BDP’nin duruşunu, siyasetini, tavrını her zaman bu sürece pozitif katkı sağlar görmüyoruz. Aksine BDP bağımsız siyaset üreten bir yapı değil. Buna toplumda kimse inanmıyor ve onlar da bunu biliyorlar. Kendi başına varlıkları yok. BDP’li belediyeler ve belediye başkanları da, BDP de herkes biliyor ki PKK’nın dayatması, diretmesi, telkinine göre her şey olabiliyor, onların politik çıkarları doğrultusunda siyaset üretiyor. Türkiye’de kan dökülmeden, şiddete başvurulmadan demokratik taleplerin yerine getirilmesi, bunların meşru zeminde tartışılır hale gelmesine yardımcı olmuyorlar. Çünkü bu PKK’nın işine gelmiyor. PKK’nın kadrolarının politik çıkarları, beklentileri var. Bu çok önemli. Onlar Türkiye’de şu anda başlayan demokratikleşme, sivilleşme yoluyla Kürt meselesinin çözümünü hedefleyen ama bir Kürt - Türk sorunu yaratmamaya özen gösteren barışçı yaklaşımı kabul etmiyor. PKK’nın resmen söylediği, “30 sene kan döktüm, dökmeye devam ederim. Bu işi de kolaylıkla çözmenize fırsat vermeyeceğim”dir.

-Sorun çözülürse dağdakilerden önemli bir grup aidiyetsiz ve etkisiz kalacak. İlerde bunlara yönelik bir çözüm üretilebilir mi?

İyi de karşınızda sürekli tetiğe basan, bombanın pimini çeken, mayın patlatan birisi varsa siz bunun nesini konuşacaksınız, konuşamazsınız. 2005’te Başbakan Diyarbakır’da “Kürt sorunu vardır ve benim sorunumdur” dedi. Sonraki süreci hatırlayın. O günden sonra ne zaman bir demokratikleşme adımı kamuoyunda tartışılsa, bir olumlu gelişme, umut yaratan bir adım olsa mutlaka arkasından kamuoyunu tedirgin edecek, barış ortamını zehirleyen büyük bir saldırı oluyor. Mayın patlıyor, şehitler veriliyor... Veya biri kalkıyor abuk sabuk bir şey konuşuyor. 6-7 Temmuz’da hükümet kuruldu, Başbakan kararlılık ifade etti. Arkasından 14 Temmuz’da saldırı oldu, aynı gün; kime, neye, hangi amaca ne şekilde hizmet ettiği, BDP’lilerin bile özel görüşmelerde “Biz de katılmıyoruz, çok abuk sabuk bir şey” dediği... “Demokratik özerklik” ilanı yapıldı, aynı gün 14 asker şehit edildi.

Leyla Zana’nın çabası

-En son Zana örneğinde de benzeri bir durum yaşandı galiba...

Zana çok olumlu bir şey söyledi. Tüm kamuoyunda bir umut dalgası yarattı. Sayın Başbakan “Buyursun konuşalım” dedi. 1,5 saat konuştular. Öngörülen zamanın ötesine de geçildi. Ne oldu? Zana’ya karşı saldırı başlatıldı. Arkasından Hakkari’de karakollar basıldı. Onlarca şehit verdik. Ne zaman olumlu adım atılsa “Ben zarar veririm” diyor. Böyle bir ortamda kiminle neyi konuşacaksınız? Senin iraden kendi elinde mi? Bir belediye başkanı düşünün, konuşuyor. Aynı belediye başkanının emrindeki bir işçi tarafından sorgulandığını kamuoyu biliyor. Hangi demokrasi? Ben bunu iyi niyetle söylüyorum: Kelimenin en hafifiyle BDP’nin iradesinin kendi elinde olmadığını düşünüyorum. İradesi ipotek altında. Böyle olunca çözüm konusunda sürece vermesi gereken destek olmuyor. Şiddet de yeni kırılmalar, kırgınlıklar ve yeni öfkeler yaratıyor.

-Peki ne yapacaksınız?

Başbakan da ben de hep söyledik. Tüm bunlara rağmen iki şeyi ayırıyoruz: PKK’nın uyguladığı terörist eylemler başka bir şey. Bu Kürt meselesine bakışımızı bu yönlendirmiyor. Buna izin vermeyiz. Çünkü sürekli provake ediyor. Kürt meselesini demokratik yöntemle çözmememiz için uğraşıyor. “Ortamı zehirleyelim çözüm olmasın” diyor. Doğu ve Güneydoğu’nun tamamında en çok oy alan parti biziz. En çok Kürt seçmeni bize oy veriyor. Çünkü umut besliyor ve çoğunluk barıştan ve huzurdan yana. Tamam demokratik meşru talepleri var ve bunun çözümünün AK Parti ile olabileceğini düşünüyor. AK Parti Türkiye’de yaşayan Kürtlerin değerleriyle de barışık. Biz her yerde varız ve bizi diğer partilerden ayrı kılan, Kürt meselesinin çözümü noktasında tarihi bir misyon sahibi yapan özellik budur.

Türkiye’nin farkı

-“Büyük Kürdistan” senaryolarında hep “Türkiye’den toprak kopacak” iddiası vardır. Şimdi Kuzey Suriye oluştu. 1. Dünya Savaşı’nda o harita çizilirken sadece Kürtler devlet kuramadı. Türkiye’de bölünme gündeme gelir kaygınız var mı?

Türkiye şu anda kendisiyle ilgili böyle bir korku, endişe yaşamıyor. Kuzey Irak’ta bir yapı var. Yalnız son günlerde tartışılan Suriye ile ilgili konuya gereğinden fazla anlam yüklendiğini düşünüyorum. Esad’ın giderayak alan açması, Türkiye’ye zarar vereyim gibi bir takım girişimleri olsa da orada doğudan batıya uzanan bir çizgi, bir hat yok.

-Coğrafi bütünlük sağlanamıyor mu?

Hayır. Türkiye’de, İran’da, bu coğrafyanın her yerinde yaşayan Kürtler var. Burası bir imparatorluk bakiyesi. Şanlıurfa’da veya Diyarbakır’da sadece Kürtlerden veya Türklerden oluşan topluluk yok. Mesela Urfa’da Araplar, Çerkezler; Diyarbakır’da Süryaniler yaşıyor. İmparatorluk bakiyesi olduğu için o zamandan gelen çok kültürlü, çok etnik yapılı bir yapı var. Aslında sorun 1920’lerden sonraki süreçte uygulanan politikalar: Kendi vatandaşlarının bir kısmını kimlik inkarıyla, asimilasyonla başlayan ve onun arkasından gelen anti demokratik uygulamalar. Türkiye’nin batısında da anti demokratik uygulamalar var ama orada ayrı bir boyut kazanıyor. Bir etnik kimlik meselesi var. Askeri darbelerle sürekli bu boyut kazanıyor. 1960, 12 Eylül 1980 darbeleri oraya dönük olayı zorlaştırıyor, komplike hale getiriyor. İnsan hakları ihlalleri, işkenceler... Ama demokratikleşme konusunda mesafe kat etmiş, özgür yurttaş kimliğiyle kültürünü, dilini yaşayabilen, bunu geliştirebilme imkanına sahip olan, ülkenin ekonomik imkanlarından, büyümesinden, refahından payını alan Kürtlerin başkaca bir talep içinde olacağını ben hiç düşünmüyorum. Bu hep öyle oldu. 10 sene önce de böyleydi bugün de böyle. Aksine umut biraz daha çok artıyor. Türkiye’nin durumu Ortadoğu’daki ülkeler, Suriye, Irak veya İran gibi değil.

Kürtler Lozan’a delege olarak gittiler

-Daha çok kaynaşmış bir yapı var o ülkelerden farklı olarak... BDP’de bile eşleri Türk olanlar var.

Hepimiz öyleyiz. Çünkü meseleye öyle bir yaklaşımla hiç bakmadık. Türkiye’nin tarihi sosyolojik şartları içinde yaşadığı çok kültürlülük, çok dinlilik havzası ve Kürtlerin de Türklerin de Müslüman olması, böylesi bir ortak medeniyet tasavvuruna sahip olması bunu sağlıyor. Devlet olamadılar dediniz. O gün öyle bir talep var mıydı? Kürtlerin Türkiye’de kurulan devletin de asli unsuru ve sahibi olmaları vardı o gün. İşin o boyutu var. Yani o gün acaba Kürtler o şartlarda “Bizim de illa ayrı bir devletimiz olsun” diye ortaya çıktılar mı? Kürtler Sivas Kongresi’ne Mustafa Kemal’e, Türkiye Cumhuriyeti’ne kuruluşuna yol açan çalışmalara destek verdiler. Lozan’a delege olarak gittiler. Kuruluşta faaliyette bulundular. Kürt olarak da bulundular. Problem o zaman değil. O zaman öyle bir devlet talebi yoktu. Problem daha sonra ortaya çıktı.

-Tam olarak ne zaman çıktı size göre? Mesela 70’lerde büyümüştür demek mümkün mü?

Sadece 70’ler diyemeyiz. O yıllarda iki kutuplu dünya NATO Varşova çekişiyor çatışıyor, gizli örgütler cirit atıyorÖ Türkiye’deki askeri darbeler süreci bunların yarattığı bir takım sosyal problemler var. Olay ağırlaşıyor ama esas sorun o değil. Sorun 1920’lerde başlıyor. 1920’lerde Kürtlerin hakları, kimliği inkar ediliyor. 1925’le birlikte Takrir-i Sükun kanunuyla başlayan bir sürü şey var. Çocuk okula gidiyor tek kelime Türkçe bilmiyor. Öğreteceksin tamam ama çocuğa dilini yasaklıyorsun. Okulda başka bir şey, eve gidiyor başka bir şey dinliyor. SSCB Erivan radyosu Kürtçe yayın yapıyor. Diyarbakır’ın mahalli türkülerini Erivan radyosundan dinliyorsun. Tebriz radyosu Kürtçe yayın yapıyor, Türkiye’de yok. Bu 70’lerde olan bir şey değil. Başından beri olan bir yanlış. Sonuçta kendi vatandaşınla bu tür bir ilişki içerisinde olduğun zaman sorundur. Bunun üzerine sosyal sorunlar, kentleşme problemleri, göçler ekleniyor. Ve iş boyut kazanıyor.

-Sonra PKK ortaya çıkıp bunu kullanmaya başladı...

12 Eylül öncesinde toplam 38 Türk ve Kürt sol örgüt vardı. Rahmetli Abdi İpekçi’nin bir yazısında okudum: 38 örgütün içinde Kürt örgütleri 14, 15 kadar. PKK’ya eskiden halk arasında Apocular denirdi. Ve tüm bunların içinde halkın en az veya hiç ilgi göstermediği, sempati duymadığı tek örgüttü. Ama 12 Eylül askeri darbesi oldu. O yaygın, köklü bilinen örgütlerin hepsi bir iki hafta içerisinde çökertildi. Ama PKK merkez komitesi yurtdışına gitti. Herkes Bekaa Vadisi’ne gittiğini biliyordu. Türkiye Cumhuriyeti’nin gözleri önünde kamp kiraladı. 4 seneye yakın orada silahlı eğitim yaptılar. Burada da askeri rejim vardı. İnsanları sorgusuz sualsiz içeri atıyordu. Dışkı yedirilen, zulmedilen, akıl almaz insanlık dışı cinayetlerin olduğu bir ortamda işkence gören o insanlar çıkınca PKK’ya sempati duymaya başladılar. Süreç içerisinde PKK dışındaki herkesin önü kapatıldı. PKK ile mücadele edilecek diye kırsal alandaki köyler yakıldı. Bu kime yaradı?

-Örgütün işine geldi tabii...

Kim yaktırdı o köyleri? Hangi strateji uzmanı, bir gelsin. Hangi akla hizmet ederek bunu yaptılar açıklasınlar? Hangi sosyolojik parametreler incelenerek bu karar alındı?

-PKK’yı birileri kurup kullandı mı diyorsunuz...

Bilmiyorum, sadece bir analiz yapıyorum. 15 örgüt var bir de PKK var. 14 tanesi imha edildi PKK yurtdışına çıktı. Bunu söylüyorum. Sonuçta PKK’nın bugün Kürt meselesi, Kürtlerin haklarını kazanması, müreffeh olması, istihdam yaratılması, eğitiminin yükselmesi hiç umurunda değil. Aksine bunlardan rahatsızlık duyuyor. Düne kadar köylerde “Devlet Kürtçeyi yasakladı” propagandasını yapan PKK devlet TRT 6’i açtığı zaman bu kanala en büyük saldırıyı yaptı. Kandan, gözyaşından besleniyor. Bunun arkasında bu sürecin hizmet ettiği bir uluslar arası güç ve devlet varsa PKK da onlara hizmet ediyordur. Taşeronluk yapıyor. Mesela bölgeye baraj yapılsa Kürtlerin ne zararı olur? Niye engel oluyorsun bomba patlatıyorsun? Çünkü refah düzeyi artarsa PKK’nın işi zorlaşacak. İstiyor ki sefalet, açlık olsun.

Uzun tutukluluk beni de çok rahatsız ediyor

-Hükümet Kürtçe seçmeli ders olsun derken Kürtçe yer adlarını yasaklayan kararlar ortaya çıkıyor.

Hayır. Alakası yok. Ortada yeni bir karar yok. İdare mahkemesi 2009 yılında karar almış. O süreçle alakalı bir durum var. Uygulaması da yok zaten.

-Ama bir taraftan “siyaset yapın, silahı bırakın” derken KCK’lıların, milletvekillerinin tutuklanması çelişki yaratmıyor mu?

Tutuklu milletvekillerinin mahkumiyetleri biliniyordu. Diyarbakır için söylüyorum, diğerlerinin durumunu bilmiyorum. Çünkü mahkeme kararı yayınlanmış, bile bile aday gösteriliyor.

-Hatip Dicle olayı dediğiniz gibi ama YSK bunlara “olmaz” diyemez miydi ?

YSK’yı ben tayin etmiyorum. Diğerleri için de benzeri şeyler var. Ama ortada bizim dışımızda olan bir sistem var. Bu sistemi benimserim, benimsemem başka bir şey. Benim de tenkit ettiğim yönleri var. Mesela herkes gibi uzun tutukluluk beni de çok rahatsız ediyor. Mahkumiyet yerine geçecek bir tutukluluk kabul edilecek bir şey değil. Reformlar yapılıyor, yargı paketleri açılıyor. Ama bunların özü şudur: 1982 darbe Anayasasının getirdiği bir çok konu var. Fakat değiştirmeye kalktığımızda hep birlikte karşı çıktılar. CHP, MHP ve BDP aleyhimize “hayır” kampanyası başlattı. Ama sonuçta yapı bu. Ortada bir problem varsa yargı benden izin veya talimat almıyor. Türkiye’de yargının zaman zaman ne yaptığını hep beraber yaşadık. Sayın Başbakanımız, ilgili bakan arkadaşlarımız partimizin ve hükümetimizin tutumlarını net bir şekilde ortaya koydular.

-Ama ne kadar düzenleme yapılsa da kimse memnun olmuyor ve sonuç istenen sonuca varılamıyor sanki...

Şu anda yapılan bölük pörçük şeyler. Bir oradan alıyorsun, bir buradan alıyorsun. Meclis’ten geçireceksin, mutabakat olsun diyorsun. Bir şeyler yapıyorsunuz fakat sistemi kuran mentalitenin arkasında darbe zihniyeti var. O mentalite demokratik bir zihniyetle o yapıyı kurmadığı ve tam tersine siyaset kurumunu, yürütmeyi de vesayet altına alıcı bir mentalite ile bunu yaptığı için ne kadar düzeltirseniz düzeltin, bu tür uygulamalar oluyor. Kendi nefsimden mukayese ediyorum. Hükmüm varsa ver, suçluysam cezamı çekeyim. Değilsem beni 3 yıl 5 yıl tutukluyorsun. 1 gün bile, insanın özgürlüğünün bedeli pahası yoktur. Bu hiçbir şekilde kabul edilemez. Herkes biliyor ki geç kalan adalet adalet değildir. Hükümetimiz cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde olmadığı kadar yargının kolay işleyişe kavuşması, hızlı karar verebilmesi için alt yapı yatırımı yaptı. Türkiye sistemini reforme ediyor, bürokratik devletten demokratik devlete doğru geçiyor. Olabildiğince sürat kazandırmaya çalışıyoruz.

-Yeni anayasayla çözülür mü?

Çözülür tabii ki.

-BDP vatandaşlık tanımıyla ilgili uzlaşma masasından kalktı. Yeni krizlerin sinyali olarak yorumlanabilir mi?

Tamam da bir yandan sistemin kötülüğünden, işleyişinden şikayet ediyorsak sonra kalkıp, bir takım şartlar koyup, “Şu benim kırmızı çizgimdir, bu olmazsa toplantıya katılmıyorum” diyorsak o zaman kusura bakmayın burada ciddi bir tutarsızlık var.

- Vatandaşlık tanımıyla ilgili şahsi fikriniz nedir?

Herkesi kapsayıcı, üzerinde mutabakat sağlayacağı bir ifade en doğru ifadedir.

YARIN: KURBAN BAYRAMI ÖNLEMLERİ... AVRUPA YAKASINA YİNE HAYVAN İTHAL EDİLECEK Mİ? BAKANLIK ŞAP İÇİN HANGİ ÖNLEMLERİ ALDI? DÜNYADAKİ BUĞDAY KRİZİ TÜRKİYE’Yİ VURACAK MI? SURİYE SINIRINDA SON DURUM NE?

DİĞER YENİ YAZILAR