Silah bırakmak için bir tür siyasi bedel istiyorlar

AKP’li Metiner 12 Eylül davasının müdahillerinin AKP iktidarının hakkını teslim etmesini istedi. Metiner’e göre 12 Eylül cuntası Diyarbakır’daki işkencelerlerle PKK’nın yaygın kitle tabanı bulmasını sağladı, bu dönemde birçok insan nefretle dağa çıktı

Haberin Devamı

AKP Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner, 12 Eylül’de Diyarbakır Cezaevi’nde yaşananları değerlendirirek, “PKK 12 Eylül dönemine kadar bölgenin en zayıf ve güçsüz örgütüydü. Diyarbakır zindanı PKK’nın güçlenmesine fidelik etti” diye konuştu. Metiner VATAN’ın sorularını yanıtladı:

- Tüm Türkiye 12 Eylül davasına kilitlendi. Devrimcisi, ülkücüsü adliyenin önündeydi. Ne düşünüyorsunuz?

İbretlik, tarihi bir olay. Türkiye’de hiç kimse aklına bugünü getiremez. Darbecilerin bir gün yargılanacağı söylenseydi kimse inanmazdı. Bu devrimsel nitelikte bir olaydır. Olağanüstü mutluyum. Bir dönemin artık ebediyyen kapatılmış olmasından büyük bir memnuniyet duyuyorum. Bu dava Evren ve arkadaşlarının şahsında, Türkiye’de yakın zamana kadar egemen olan militarist anlayışı, vesayetçi rejimi yargılamak anlamına geliyor. 12 Eylül herkesi mağdur etti. Şimdi o dönemin mağdurları mağrur durumdalar. Bu tarihi yargılamanın AK Parti iktidarımız sayesinde mümkün olabildiğini dilerim o adliyenin önünde toplanan toplumsal/siyasal kesimler teslim etme erdemliliğini gösterirler. 12 Eylül referandumunda bugün adliyenin önünde toplanan kimi kesimler Kenan Evren’lerin Silah bırakmak için bir tür siyasi bedel istiyorlaryargılanamayacağını söylüyorlardı. Kılıçdaroğlu, Devlet Bahçeli, sol tandanslı Kemalist-ulusalcı çevreler böyle diyorlardı. 12 Eylül referandumuna karşı o gün saf tutanlar, bugün adliyenin önünde hesaplaşmak için kuyruğa girmiş durumdalar. Eğer 12 Eylül referandumu geçmemiş olsaydı bugün bu yargılama yapılamayacaktı. Biz AK Parti olarak bu hukuki hesaplaşma sürecinin sonuna kadar götürülmesi gerektiğine inanıyoruz. Bu yüzden 27 Mayıs’tan başlayarak bugüne kadar gelen tüm darbelerin Meclis’te araştırılması gerektiğine inanıyoruz. Bu yöndeki önerimizi de sunmuş bulunuyoruz.

- 95 yaşındaki Kenan Evren ve Şahinkaya’nın yargılanması gerçekten bir anlam ifade ediyor mu?

Etmez mi! Bu bir zihniyetle hesaplaşmadır. Militarist-darbeci zihniyetle hesaplaşmadır. Kenan Evren bir semboldür. İşlemiş oldukları suçlardan dolayı bugün sanık sandalyesine oturtulmuş olmaları, bundan sonra artık hiç kimsenin aklına darbeyi getiremeyeceği anlamına geliyor. Bunun anlamı açıktır: Sivil siyaset ve milli irade üzerinde artık hiç kimse silahlı vesayet rejimi kuramayacak, buna cesaret dahi edemeyecektir.

- “Bugün değişen ne? Yine gazeteciler cezaevinde, tutukluluk süreleri uzun. İktidar diktatörlüğe gidiyor” eleştirilerine yanıtınız ne olur?

“Sivil dikta”, “sivil faşizm” suçlamaları, yargısal ve askeri yollarla AK Parti hükümetini yıkamayan o malum güç odaklarının partimizi, hükümetimizi yıpratmak için tedavüle soktukları psikolojik harekat amaçlı suçlamalardır. Nerede diktatörlük? Kenan Evren’lerden, Ergenekoncu güç odaklarından, faili belli cinayetlerin aktörlerinden hesap sormak mı diktatörlük? Türkiye’de bugün demokrasinin ve özgürlüğün alanı genişlemişse bu iktidarımız sayesinde olmuştur. Tabuları biz yıktık. Yeter ki teröre, şiddete övgü, çağrı olmasın, hakaret ve sövgü içermesin. Ama terörü övmek bir düşüncenin açıklanma özgürlüğü kapsamına girmez. Terör örgütünün amaçlarına bilerek hizmet etmek bütün ülkelerde suç cümlesindendir. Darbeci-cuntacı oluşumların kalem erbabı olarak iş görmek, düşünce ve ifade özgürlüğü bağlamında değerlendirilebilecek bir şey değildir. Uzun tutukluluk sürelerine bizim de itirazımız var ve kaldıracağız inşaallah. Bakın hiçbir darbeci-cuntacı çetenin içinde yer almaksızın militarizme övgüde bulunabilir, hatta darbenin gerekliliğini savunabilirsiniz. Ancak darbeci bir şebekenin elemanı olarak bu fikirleri yaymaya kalkışırsanız yaptığınız şeyin adı artık gazetecilik olmaktan çıkar. İktidarımız döneminde sırf düşüncelerini ifade ettikleri için cezaevinde bulunan gazeteci yok. Kimsenin düşüncelerini dile getirdi diye tutuklanmasını tasvip etmeyiz. Ayrılıkçılık da dahil her türlü fikir ve önerinin serbestçe tartışıldığı, gazetelerin kapatılmadığı demokratik bir Türkiye’den yanayız. Suç işleyen yazılar varsa bundan dolayı gazete kapatılmasını doğru bulmayız. Kim suç işlemişse ondan hesap sorulması gerektiğine inanırız.

- Asıl sorunun darbe sonrası cezaevlerinde yaşandığı biliniyor. Diyarbakır, Mamak... O işkenceleri yapanların bulunması daha doğru olmaz mı?

Cezaevlerinde insanlık onuru ayaklar altına alındı. İşkencelerin her türü uygulandı. İnsan yaşamı bir hiç hükmünde sayıldı. Devlet için kurşun sıkan ülkücüye de işkence yapıldı, komüniste de. Türk de ezildi, Kürt de. Dindarlar da işkence gördüler. Resmi ideolojiye ters düşen herkes düşman ilan edildi. Cezaevleri insan kıyımının merkezi oldu. Dışarısı açık cezaevine dönüştürüldü. Diyarbakır ve Mamak sembol cezaevlerinden iki tanesiydi. Bu diğer cezaevlerinin böyle olmadığı anlamına gelmiyor elbet. İşkence, bir devlet politikası olarak belirlenmiş, hukuk ayaklar altına alınmıştı. Gencecik fidanlar hukuksuz ve nahak yere sırf gözdağı verilsin diye idam edildiler. İşkence altında ölenlerin, sakat kalanların sayısı bilinmiyor. 12 Eylül travması hala atlatılabilmiş değil. Tabii ki bu zulmü yaygın ve sistematik olarak yapanlar eğer hayatta iseler cezalandırılmalıdırlar. Onlara bu talimatları verenler de yargılanıp cezalandırılmalıdırlar. Bir bütün olarak o dönemin sorumlularından elbette hesap sorulmalıdır. Kanımca, bu sorgulama darbe döneminin tüm uzantılarını kapsayacak şekilde genişleyecektir. Doğrusu da budur.

- Bugün Türkiye’nin başını ağrıtan PKK meselesinin 1980 sonrasında özellikle Diyarbakır Cezaevi’nde yaşananlarla bire bir ilgisi olduğunu düşünenler var..

Hiç kuşkusuz olmuştur. Diyarbakır zindanı, PKK’nın gelişmesine ve güçlenmesine fidelik etmiştir. O cezaevine çok sayıda suçsuz insan alınıp vahşiyane zulümlerden geçirildi. Diyarbakır Cezaevi, PKK’nın sadece dağa çıkmasını sağlamadı, dağda tutunmasını da mümkün kıldı. Çünkü yaygın mağduriyetler, PKK’nın süreç içinde toplumsallaşmasını beraberinde getirdi. Dün PKK’yı yaratanlar bugün PKK terörü üzerinden iktidarımızı suçluyorlar. İnsan az biraz utanır. Kürt sorununu da PKK sorununu da bitirmeyi amaçlayan demokratik açılım siyasetimize arlanmazca suçlamalarda bulunmaktan kaçınmıyorlar. Çünkü PKK’nın varlığı hala onlar için elzem görülüyor.

- Ahmet Türk Diyarbakır Cezaevi’ni Nazi kamplarına benzetti. Katılır mısınız?

Katılırım. Yerinde bir benzetme. Naziler, Yahudileri imha edilmesi gereken öteki olarak görüyorlardı. Kimlerin bu ülkede “öteki” olarak görüldüğünü hepimiz biliyoruz. Türkiye’nin neo-Nazileri sadece cezaevlerini değil, toplumsal hayatı da, siyasal hayatı da “ötekilik” üzerinden cebren ve hile ile tanzim ederek büyük bir cürüm işlediler.

- Sizce 12 Eylül darbesi Kürt sorununu nasıl etkiledi ve bugüne ulaşan ne tür etkileri olmuştur?

Bakınız, en başta yaygın göz altılar ve tutuklamalar olmuştur. Neredeyse her aileden birileri şu veya bu gerekçeyle tutuklanmıştır. Bu uzun tutukluluk yıllarında işkenceler ayyuka çıkmıştır. Babalar ve anneler evlatlarının nerede olduklarını dahi sorma cesareti gösterememişlerdir. Evlatlarına yapılan işkencelerden haberdar olduklarında ise ellerinden bir şey gelememenin hıncıyla dolup taşmışlardır. Kürtçe konuşma yasağı, ailelerle evlatlarının arasına demirden bir işkence perdesi olarak örülmüştü. Bu insanlık dışı uygulama yıllar yılı sürdü. İktidarımız bunu kaldırdı. Cezaevlerindekilerin akrabalarını da içine alan bir olgudur bu işkence dediğimiz olay aslında. Topyekun bir kinle büyüyen bir genç neslin soluğu dağda almasının sebeplerinden biri de bu olmuştur.

- Yani PKK bu ortamdan beslendi...

Aynen. PKK, kangrene dönüştürülen Kürt sorunu, yaygın zulüm ve mağduriyet düzeni üzerinden kendini devleştirdi. Kendi intikamını aldığına inanan herkes o güne kadar PKK’lı değilse bile o günden sonra PKK’ya sempati duyar hale geldi. Sonrasında da PKK’lı oldu. PKK, 12 Eylül dönemine kadar bölgenin toplumsal taban açısından en zayıf örgütüydü. 12 Eylül sonrasında diğer örgütleri de içine alan en güçlü çatı örgütüne dönüştü. AK Parti döneminde atılan adımlar o gün atılmış olsaydı bugün Türkiye’nin Kürt sorunu diye bir sorunu olmayacaktı. Kürt halkının varlığını kabul etmeyen, dilini yasaklayan bir zihniyet, yedeğine aldığı zulüm politikalarıyla PKK’yı önce dağın sahibi yaptı, sonra da milyonlarca Kürdü harekete geçiren bir örgüt konumuna yerleştirdi. Bugün Kürt sorununu çözsek bile PKK sorununu çözemeyişimizin temelinde bu olgu yatıyor. Çünkü PKK bedel ödediğini söyleyerek kendi örgütü için diyet talep ediyor. Silah bırakmanın karşılığında bir tür siyasi bedel istiyor. “Kürt sorunu çözülürse PKK biter” diyenler veya “Kürt sorunu çözülmediği için PKK varlığını sürdürüyor” diyenler doğru analiz yapmıyorlar. PKK, kendisine rağmen Kürt meselesini demokratik ve birlikçi bir anlayışla çözmek isteyen AK Parti hükümetiyle artık savaşıyor.

Meclis Başkanvekili’nin bana bir özür borcu var

-Tokat attığınız CHP’li Ağbaba’dan özür dilemeyi düşünüyor musunuz?

Bakınız nahoş bir olaydı. Karşılıklı bir arbede yaşandı. Ortada darp yok. Meclis’teki kimi siyasetçiler olayı çarpıtarak sundu. Meclis tutanaklarını herkes okusun. Meclis televizyonu olayı an be an görüntülediği için dileyen bakabilir. Olay olduğundan farklı ve şahsım hedef alınarak sunuluyor. CHP’li vekil ilk günden itibaren ne zaman kürsüye çıksam oturduğu yerden şahsıma ağır hakaretler savurmakla ünlü biri. Ağza alınmayacak küfürler savuran bu şahıs işi rahmetli anneme kadar götürdü. Kendisine nezaketen gidip uyarıda bulundum ama ağzını bozmaya devam etti. Sabaha karşı kürsüde konuşurken de hakaretler savurdu.

Yakın dostum olan sakallı bir milletvekilimiz için “Şeytani sakallı bir milletvekili” dedi. Sakalın, inancımızdaki yerini herkes bilir. Bu nedenle kendimi tutamayıp “Saygılı ol lan” demişim. “Lan” kelimesi o sinir anında ağzımdan çıktı artık. -Üzüldüm ve Türkiye toplumundan da özür diledim-. O da dönüp bana “Lan sensin. Şerefsiz!” deyince ayağa kalktım içgüdüsel olarak. Bir de baktım kürsüyü terk edip üstüme yürüyor, “Şerefsiz, gel gel!” diyor. Kürsüye yürüdüğüm iddiası doğru. Üstüme yürüyen kendisi oldu. Ben de yürümek durumunda kaldım ve anlık bir arbede yaşandı. Hepsi bu. Oturumu yöneten Meclis Başkanvekili kürsüye yürüdüğümü söyleyerek davranışımı kınadığını söyledi. Kınama önerisini grubumuz reddetti. Doğrusu bu tek yanlı kınama ağrıma gitti. Görüntüler yalan söylemez. Kürsüye yürüdüğümü iddia ederek beni kınadığını söyleyen Meclis Başkanvekili’nin bana özür borcu var. Tabii ki görüntüler hoş değil.

DİĞER YENİ YAZILAR