Erdoğan’ın yetkilerinin Obama’dan az olduğu söylenemez

Haberin Devamı

Eski Adalet Bakanı ve hukukçu Prof. Türk “Başkanlık sistemi deyince Obama’yı düşünüyoruz ama aslında 50 devlette 50 ayrı vali olarak adlandırılan başkanlar var. Güçler dengelenmiş durumda” dedi

Eski Adalet Bakanı Prof. Hikmet Sami Türk ile söyleşimizin ikinci bölümünde yeni anayasa çalışmaları ve başkanlık sistemi tartışmaları üzerine konuştuk:

Yeni anayasa sürecininin ilerlemesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

2001 değişikliğinde TBMM’de bulunan tüm partilerin desteği sağlanarak, uzlaşma ile anayasanın 32 maddesi ve başlangıç hükümlerinin bir bölümü değiştirildi. Çok önemlidir ve bu örnek dikkate alınmalıdır. Burada çok önemli bir şey var: 1982 Anayasası’nda 1987’den itibaren 18 kez değişiklik yapıldı ve anayasanın 112 maddesi değiştirildi. Ama bazı maddeler 2, bazıları üç, bazıları bir kez değiştirildiği için net değişiklik yapılan madde sayısı 87’dir. Yani 177 maddelik anayasının -17 geçici madde var - yarısı değiştirildi. Bir bölümü de bugünkü iktidar zamanında değiştirildi. Buna rağmen yeni bir anayasa değişikliği yapılmak istenmesi beni bazı yönlerden kaygılandırıyor.

Kaygınızın gerekçesi nedir?

Cumhuriyetin değişmez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddeleriyle ilgili. Sapmalar olabilir mi, bu maddelerde yani 2 ve 3. maddelerde bir zayıflatma yoluna gidilebilir mi diye çok ciddi kaygı duyuyorum. Yoksa elbette Anayasa’da gerekli duyulan değişiklikler yapılabilir ama önemli bir bölümü zaten değiştirildi. Yeni anayasadan söz edilirken bunun altında değişmez, değiştirilemez maddelerinden kurtulma çabası mı var? Bu kaygılar haklı olarak bir çok insanın kafasında. Ama ister yeni anayasa densin ister başka bir ad kullanılsın yapılmak istenen ‘anayasa değişikliği’dir. Bununla ilgili 175. madde var.

Erdoğan’ın yetkilerinin Obama’dan az olduğu söylenemezSıfırdan bir anayasa yapılamaz mı size göre?

Bu anayasa değişikliğinin bu çerçevede yapılması gerekir. Daha önce Türkiye 1960, 1980’de ihtilaller yaşadı ama o ihtilaller sonrasında zaten Meclis dağıtıldı, önceki anayasa yürürlükten kaldırıldı. O nedenle bir kurucu Meclis oluşturulma gereği duyuldu ve kurucu meclis tarafından yeni Anayasa yapıldı. Buna karşılık Meclis’in dağıtılmadığı 1971 döneminde aynı Meclis anayasa değişikliğini yaptı. Şimdi böyle bir şey söz konusu değil. Şu anda yapılacak olan anayasa değişikliğiyle ilgili 175. madde usulü gösteriyor. En az 184 milletvekili teklif edecek, iki kez görüşülecek gibi... Bunlarla birlikte çok önemli bir hüküm var. O da anayasanın 4. maddesi. 4. maddesi anayasının değiştirilemeyecek hükümlerini gösteriyor. Hukuki bakımdan değiştiremezsiniz ama Türkçe olarak da değiştiremezsiniz. Benim korkum bu maddede yer alan ilkelerin ve bu arada laiklik ilkesinin zayıflatılmasıdır. Şimdi öyle bir döneme girdik ki neredeyse anayasadan Türk ve Atatürk sözcüklerini çıkaracaklar. Bunlar kaygı verici durumlar. Dili Türkçe’dir diyor. Belki ifade değişiklikleri olabilir özünü bozmadan. Üçüncü madde dili Türkçedir yerine kenar başlığında olduğu gibi ‘Resmi Dili Türkçedir’ diyebilirsiniz. ama onun dışında değiştirilecek bir şey yok. ‘Yeni anayasa yapıyoruz’ bu cumhuriyetin değişmez, değiştirilemez, teklif dahi edilemez maddelerinden kurtulmak için bir gerekçe olamaz.

İlk 4 madde kalmalı diyorsunuz...

Özü değiştirilmeyecek ama küçük ifade değişiklikleri olabilir.

Başkanlık sistemine onay vermemiştiniz, hala aynı fikirde misiniz?

Başbakan’ın bir süredir bunu arzu ettiği söyleniyor. Başkanlık sisteminin Türkiye’de başarılı ve doğru olamayacağını düşünüyorum. Çünkü başkanlık sistemi sadece ABD’de, 50 devlet arasında paylaştırılan görev ve yetkileri içerisinde dengelenmiş bir sistemdir. Yoksa sadece Washington’daki hükümet değil. Belki şu anda başkanlık sistemi deyince Obama’yı düşünüyoruz ama aslında 50 devlette 50 ayrı vali olarak adlandırılan başkanlar var. Güçler dengelenmiş durumda. Başkanlık sistemine geçildiğinde başkanın çok güçlü olabileceği düşünülüyor. Aslında Sayın Erdoğan’ın kullandığı yetkilerin ABD Başkanı’ndan az olduğu pek söylenemez. Ama başkanlık sisteminde yasama ve yürütme erkleri birbirinden kesinlikle ayrılmıştır, sert ayrılık vardır. Oysa parlamenter sistemde yasama ve yürütme kısmen örtüşür.

Hepimiz hafız olsak ülke bundan ne kazanır?

Peygamber’in hayatı ve Kuran-ı Kerim seçmeli ders oldu. Destekleyen de var eleştiren de...

Okullarımıza din ve ahlak kültürü zaten zorunlu ders. Bütün insanlarımızı imam hatip mezunu yapmak durumunda değiliz. Onlar meslek liseleri olarak devam etmeli, aydın din adamı yetiştirmeli. Ama imam hatip liseleriyle sınırlı tutmalıyız. Bunu genelleştiriyoruz, yaygınlaştırıyoruz. Hepimiz hafız olsak, sabahtan akşama kadar Kuran-ı Kerim okusak ne kazanır ülke bundan dolayı? Sanki bu şekilde dini eğitim görmüş olanlar iyi ahlaklı olabilir, diğerleri ahlaksız kötü insanlar olabilir gibi bir algılama var. Son derece yanlıştır.

Bir iktidar milletvekili “Ateistten fayda gelmez” dedi...

Bunlar doğru değil. Din ve inanç özgürlüğü var. Bir de acaba Kuran-ı Kerim’i öğrenci anlayarak mı, anlamadan mı ezberleyecek? Dinimiz ne diyor, Kuran-ı Kerim ne diyor; öğrencilerimizin bunu bilmesinde, öğrenmesinde yarar var. Ama din ve ahlak bilgisi dersi varken bunun eklenmesinden ne kazanır ülke iyi düşünmek lazım. Uzaya gidilen çağda biz böyle birtakım

önyargılarla bazı konulara saplanıp kalırsak ülkemiz bundan yarar görmez.

Kürtçe seçmeli ders olabilir mi?

Seçmeli ders olmasında ben bir sakınca görmüyorum. Ama eğitim dili kastediliyorsa bu sakıncalıdır. Halkın önemli bir kısmının konuştuğu bir dili seçmeli bir ders olarak öğrenmekte ise sakınca görmüyorum. Türkçe resmi dilimizdir, eğitim dilimizdir.


Cezaevleri hep sorun

Döneminizde ‘Hayata Dönüş operasyonu’nda bir çok insan hayatını kaybetti. Ama bugün bakıyorsunuz Pozantı’dan bir dram ve skandal çıkıyor. Türkiye cezaevi meselesini çözemeyecek mi?

Çok önemli bir sorun. Sayın Demirel, cumhurbaşkanlığı dönemi sona erdiğinde Bakanlar Kurulu’na bir veda yemeğine başkanlık etmişti. Orada yaptığı bir konuşma Demirel’in 1965’ten sonraki siyasi yaşamının da bir muhasebesiydi. Ceza evleriyle ilgili olarak şunu söyledi: “Benim hükümetlerim dahil cumhuriyet dönemi hükümetlerinin çözemediği sorun cezaevleridir.” Bugün de o sorun önemini koruyor. Şu sıralarda cezaevlerinde yine aşırı bir doluluk var. 140 bin civarında tutuklu ve hükümlü var sanıyorum. Yeri gelmişken değinmek isterim ki, bir defa Türkiye’de çok kolayca tutuklama kararı verilebiliyor. Oysa Anayasa’nın 19. maddesinde, CMK’da 100. maddesinde tutuklama koşulları belirlenmiştir. İnsanları hemen cezaevlerine atıp yargılamayı yapalım demek yanlıştır. Tutuksuz yargılama diye bir kurum var. Kaçma olasılığı bulunmayan insanları tutuklu olarak içerde tutmanın herhangi bir anlamı yok. Emekli generaller, öğretim üyeleri var.... Bu insanların bir yere gidecekleri yok. İkincisi eskiden şartlı tahliye konusunda ceza süresinin yarısını iyi halli geçirmek yeterli oluyordu. Şimdi ise üçte ikisini iyi halli geçirmek gerekiyor. Bu da doluluğu artırıyor. Temenni ederim ki yeni olay olmaz.

DİĞER YENİ YAZILAR