Dayakçılar Ramazan molası verdi, oruçluyken kadın dövmeyelim diyorlar galiba

Haberin Devamı

Ankara Barosu Başkanı Metin Feyzioğlu, “Gelincik” projesi kapsamında 4 ayda 4 binin üzerinde telefon aldıklarını belirterek, “Bunların içinde tiyatro sanatçısı bile vardı. Ama Ramazan ayında kadınların telefonları kesildi. Galiba o kocalar, sevgililer oruç tutarken kadın dövmeleyim diyorlar” yorumunu yapıyor...

ŞİDDET görenlere yönelik Türkiye’de ilk hukuki destek projesi “gelincik”i hayata geçiren Ankara Barosu Başkanı Metin Feyzioğlu’ndan ilginç tespitler geldi. Feyzioğlu, VATAN’ın sorularını Baro Kahve’de yanıtladı:

Kadına şiddete yönelik ilk hukuk hattı ‘Gelincik’i kurdunuz. 4 ayda ulaştığınız sonuçlar ne oldu?

Yatağa bağlanıp elektrik verilen, üzerinde sigara söndürülen kadınlar geldi. Bunlar sanmayın ki öyle ekonomik açıdan kocalarına muhtaçlar. Tiyatro sanatçısından iş kadınına kadar bize ulaşanlar oldu. Bu sistemi kurduğumuz andan itibaren gazetelerde veya istatistiklerde okuduklarımız birden canlandı ve karşımıza geldi. Hepimiz sarsıldık. O kadar çok insan arıyor ve geliyor ki... Ama çok ilginç bir şey oldu, Ramazan ayında telefonlar durdu.

Neden?

Bilmiyoruz ama herhalde o eşler, eski eşler, nişanlılar, erkek arkadaşlar oruç tutarken kadın dövmeyelim diyorlar. Oruç bozulmasın diye kadın dövmemek gibi bir sonuç çıkıyor. Ama şükürler olsun kadınlar bir ay dayak yemiyor diyoruz.

Kadınlar nasıl ulaşıyor size?

Merkezimizde görev yapan gönüllü avukatların tamamı kadın. 30’un üzerinde meslektaşımız bu konuda özel eğitimli. Bu arada Ankara Barosu’nun yüzde 50’sinin kadın olduğunu da eklemek isterim. Baromuzun hukuk müşavirliği tam destek veriyor. Müracaat yapılır yapılmaz resmi araçlarımızla gidiliyor ve kadın alınıp geliniyor. Önce komuta merkezi dediğimiz merkezde uzman avukatımız kadını dinliyor. Hukuki yardım yol haritasını orada çıkarıyor. Yapılacaklar anlatılıyor ve rızası alınıyor. Sonra komuta merkezindeki avukat arkadaşımız cephede savaşacak olan gönüllü bir başka avukatı çağırıyor. Orada da toplam 300 avukatımız bize destek veriyor. Ama biz mağdur kadını onlara göndermiyoruz, avukatlar ona geliyor. Çünkü o bize telefon açıncaya kadar bin kere düşünmüş, eli telefona gitmiş, bin kere vazgeçmiş. 1001’ncide arıyor. “Git savcılığa’ dersek gitmeyeceği belli. O çarkların içine girecek ki bizim amacımız sistemin çarklarını döndürürken önde avukat gitsin. Zaten mağdur olan kadın bir de sistemin mağduru olmasın. Sonra mesela savcılığa gidilecekse bizim resmi aracımızla kadının avukatı birlikte gidiyor.

Ücretsiz değil mi?

Elbette. 444 43 06. Bu numaradan kadınlar bize ulaşabiliyor.

Şiddet gören kadınlarla ilgili ortak noktalar var mı?

İstatistikleri ilerde yayınlayacağız. Genellikle ekonomik açıdan eşine bağlı ve eğitim düzeyi düşük kadınlar bize gelenler. Eğitim düzeyi yüksek olanların yardım istemesi çok daha zor oluyor. Çünkü dayak yediğini açıklamak daha ağır geliyor. Toplum içindeki statüsünü zedeleyecek gibi düşünüyor, içine sindiremiyor. O nedenle eğitimli kitlenin uğradığı şiddetin boyutunu açıkça bilmiyoruz. Ama genel bir oran verebilirim. Şiddet mağdurlarının sadece yüzde 8’i resmi kurumları arıyor. Bütün Türkiye’de ben şiddet görüyorum diyen kadınlar sadece yüzde 8. Yüzde 92’yi bilmiyoruz. Ama o yüzde 8’in içinde yer alan rakamları aşağı yukarı söyleyeyim: 4 ayda 4 bin telefon aldık. Telefon sayısını tutamaz hale geldik. Merkeze bizzat gelen kadın sayısı 400’ü buldu. Avukat tahsis ettiğimiz 350 civarında. Ama bu elbette sadece baronun, valiliğin, Emniyet’in yapacağı bir şey de değil. Topyekün bir mücadele gerekiyor.

Diğer barolardan bu sistemi uygulamak isteyen var mı?

Oldukça çok sayıda baroyla irtibat halindeyiz. Sanıyorum Eylül ayında isteyen tüm barolara adeta anahtar teslimi sistemi kuracağız. Bu proje sayesinde bir ilk yaşadık. Aslında İl Özel İdaresi Kanunu’nda STK’ların projelerinin desteklenebileceğine dair bir hüküm var. Biz o hükmü kullanarak, “Türkiye’nin en büyük sorunu olan kadına ve çocuğa karşı şiddeti önlemek amaçlı etkin bir projeyi uyguluyoruz. Ama proje kapsamında eğitim vermemiz gerekiyor. Bize gelmelerini sağlamak için onları bilinçlendirmek, dövenleri de uyarmak lazım. Karakolları, üniversite öğrencilerini, tüm hukuk uygulayıcılarını bilgilerdirmek lazım” dedik. Bir bütçe çıkardık ve sunduk. Geçtiğimiz hafta kabul edildi. İlk defa Türkiye’de bir İl Özel İdaresi bir baronun daha doğrusu bir STK’nın projesini fonlayacak.

Ne kadarlık bir fon?

Rakamı söylemeyeyim ama başlangıç açısından güzel bir destek. Bu diğer illere de örnek olmalı.

Panik butonları işe yarar mı?

Yarar. Ama öncelikle kadına karşı şiddet uygulayan bir yaratığın -öyle yazın lütfen- eğitilmesi lazım. Kadını döven, işkence eden, öldüren birine insan dediğimde diğer insanlara hakaret etmiş gibi hissediyorum. Hayvan diyemiyorum çünkü hayvanlar aleminde böyle bir ilkellik yok. Ancak kadına şiddette müthiş bir artış var. Yüzde 1400. Biz bu artışı gördük. O nedenle zaten Gelincik’i hayata geçirdik. Telefonu açar açmaz bizim hukukçularımız o kadına tek şey söyler: Biz mi gelelim siz gelir misiniz?. Madem ki avukat yargının üç unsurundan biri diğer iki ayağı bunu kabullenmese de biz bunu üstleniriz. Öyle de yaptık.

Şike soruşturması doğru ilerlemiyor

Tahkim kurulu üyesi olarak görev yapmış biri olarak sizce şike soruşturması nasıl ilerliyor?


Türkiye’de maalesef futbolda şike tartışması her zaman oldu. Şike de olduğunu düşünüyorum. Ama soruşturmanın düzgün yürütüldüğü kanaatinde değilim. Henüz soruşturma aşamasındayız. Dosyada gizlilik kararı olsun olmasın soruşturma gizli yürür. Bu kapsamdaki bütün bilgilerin bir yerlere servis edilmesi, yayınlanması kişilerin temel haklarını ihlal ediyor. Bu hem kamuoyunu hem yargıyı yönlendiriyor. Böyle bir hava yargı üzerinde etki yapıyor. Yine o algılamaya, yapılanların siyasi iktidara bağlı olduğuna gelip dayanıyor. Yani doğru, yanlış ayrımına gidilmeksizin ‘Birileri talimat verdi, yapıldı’ şeklinde tartışılıyor. Bundan da bence hem siyasi iktidar hem yargı yara alıyor.

CHP’nin genel başkan sorunu yok

CHP Genel Başkanlığı için sürekli isminiz geçiyor?


Bana göre CHP’nin bir genel başkan sorunu yok. İkincisi genel başkanlık öyle birileri istedi diye olacak bir iş değil. İhtiyacı CHP örgütü tespit eder ve sonra kendisi getirir. CHP’de tabandan gelinir. Yoksa birileri yönlendirdi, gündem yarattı diye olmaz. CHP’nin bana göre son derece etkili ve halkın benimsediği bir genel başkanı var. Benim de yakın bir dostum. Ayrıca seçim öncesi kendisi bana milletvekilliği teklif etti. Genel başkanlık gibi bir düşüncem, rakip olmak hedefim olsaydı herhalde bu teklifi kabul ederdim. Milletvekili olup aday olmanın daha mantıklı göründüğü ortada.

1960 darbesine kızıyorum, çünkü...

Silivri’yi ziyaret ettiniz, izleniminiz ne oldu?


Daha önce de gitmiştim. Avukat, gazeteci, üniversite hocası arkadaşlarımız var. Açıkçası Silivri’de bugün makul ölçülerde bir ülkede üniversitelerin eğitim öğretimini çözecek hoca var. Ulusal gazeteleri çıkaracak kadar gazeteci, birkaç ordu donatacak kadar da komutan var. Bayağı entelektüel bir cezaevi durumunda. Bu bile olağanüstü bir hal olduğunu gösteriyor. Ama önce şunun yazılmasını isterim. Ben şahıs olarak ve Ankara Barosu kurum olarak hiçbir şekilde darbe soruşturma ve yargılamalarının karşısında değiliz. Tam tersine bugün başımıza ne geliyorsa demokrasi adına neden şikayet ediyorsak darbelerden kaynaklandığını düşünüyorum. Birileri hala darbeye kalkışma cüretini kendisinde gördüyse en ağır şekilde cezalandırabilmesi için elbette soruşturacaksınız. Ama bunu yaparken hukuka, vicdana, adalet duygusuna zarar vermeye başlarsanız o hata olur.

Suçluyu suçsuzdan ayıracak yöntemleri bir kenara bırakır bir kişilik yargılamasına, bir siyasi görüş yargılamasına girer veya en toplumda böyle bir algı oluşturursanız o zaman sonuç alamazsınız. Hem toplum desteği alınamaz hem de darbecileri cezalandıramazsınız. Orada hayatımda ismini ilk defa duyduğum biri çıktı ve 32 ay sonra sorgumu veriyorum, dedi. Bu korkunç bir şey. Asıl yapılması gerekenin teferruatta kaybedildiğini görüyorum ben.

Yüzlerce sanık insanın aklına 1980 darbesinin davalarının görüntülerini getiriyor galiba?

Açıkçası benim aklıma ilk gelen Yassıada davası oldu. Ama şunun altını çizmem lazım. Sizinle işin esasını konuşamam çünkü dosyanın tamamına hakim olmam lazım. Bu da o olayın hakimi, savcısı ya da avukatı olmam anlamına gelir. Ama usulü konuşabilirim. Yassıada, gerek suçlamaların içeriği, gerek yargılama usulu ve yapıldığı ortam itibariyle Türkiye’de demokraside bir kara lekedir. Ortama baktığınızda bu da öyleydi. Devletin tüm gücüyle yüklendiği baskıcı bir hava vardı. KCK için de aynısını düşünüyorum.

Darbelere karşıyız dediniz. İktidar CHP’yi sürekli 1960 darbesini savunmakla suçlar?

CHP’nin resmi bir söylem içinde 60 darbesini bugün desteklediğini sanmıyorum. Tüm darbelere karşı olmak zorundayız. 1960 darbesine niye kızıyorum biliyor musunuz? 1960 öncesinde müthiş bir demokrasi vardı da darbeyle ortadan kaldırıldı diye değil. 1960 öncesinde DP mutlak çoğunluğuna dayanarak o gün için çoğunlukta olmayanların gelecek güvencesini elinden alan uygulamalar içine maalesef girmişti. Ama DP’ye karşı yürütülen mücadele sadece demokratik zeminde olmalıydı. Eğer Türk toplumu 1960 öncesinde bu demokratik mücadeleyi sonuna kadar yürütüp, askeri müdahale olmaksızın kendisi başarsaydı, bu 1965’te 70’te olsaydı darbeyle herhangi bir kazanım elde edilemeyeceğini herkes bilirdi. 1960 darbesine kızıyorum çünkü darbelere yol açan bir başlangıç oldu.

Ama hala 1961 anayasası için ‘en demokrat anayasa’ yorumları yapılır...

1960’ta ihtilal yapıp, 1961’de gerçekten son derece demokratik bir anayasa hazırlayıp sonra onun yarattığı demokrasi ikliminde 3-5 yıl yaşayıp 1971’de olanca gücüyle baskıcı bir iktidarı getirmeyi nasıl açıklayabilirsiniz? 1961 anayasası darbe anayasası olmasaydı veya darbe sayesinde yazılmasaydı, toplum kendisi yazmayı başarsaydı 1971’in faşist değişikliklerini hiç kimse bu topluma dayatamazdı. 2011’de hala demokrasi mücadelesi veriyorsak, ‘Biri gelir bizi kurtarır’ kolaycılığına kapılmış olmaktandır. Darbeler hiçbir şeyin çözümü değildir ve darbeciler de kahraman değildir.

Yeni anayasaya daha çok ihtiyacımız var

Yeni anayasa için iktidar tam uzlaşı mesajı veriyor. Baro olarak bu mesajı nasıl okuyorsunuz?


Siyasi iktidar önceki değişiklikte uzlaşma anlayışı ortaya koymadı. Uzlaşmayı ‘muhalefetle konuşurum’dan ibaret görmüyorum. Üniversiteler, barolar, STK’larla konuşulması ve önce bir anayasanın temel ilkeleri konusunda onların dinlemesi lazım. Anayasa öyle mera kanunu değil ki görüşe göndereceksiniz. Bir anayasa toplumun 100-150 senesini şekillendiriyor. Aceleye de gelmez ama demek değil ki sürece yayıp anayasa değişikliğini baltalamak istiyoruz. Hiç alakası yok. Ama bence Türkiye’nin yeni bir anayasaya 12 Eylül referandumundan sonra dün olduğundan daha fazla ihtiyacı var.

Referandumda yargıyla ilgili düzenlemeleri çok eleştirdiniz. Yeni anayasada bunların masaya yatırılacağını düşünüyor musunuz?

Bugün yüksek yargı dahi siyasi iktidara bağımlı hale geldiyse sebebi albenili gösterilen anayasa reform paketi değil mi? Eğer “12 Eylül referandumuyla değişen hiçbir maddeyi tartışmaya açmıyoruz” denirse o zaman neyi konuşacağız? Ama öyle olmayacağını düşünüyorum. Yeni anayasada eğer yargıya ilişkin hükümler değiştirilirse herşey düzelir. Bugün tüm konuştuğumuz konuların altında yargıya ve siyasetin yargıyı etkilediği algısına rastlıyoruz. Bu algıyı uzlaşıyla yazılmış yeni bir anayasa düzeltir.

Bir çağrı bekliyor musunuz iktidardan?

Çağrı beklemeyiz. Yeni anayasayı bana uygularken rızamı mı alacaklar ki çağrı bekleyeyim? Benim sorumluluğum çağrı beklenmeden hazırlık yapmaktır. Biz Baro olarak çoktan bir komisyon kurduk. Çalışmalar kısa sürede tamamlanacak ve öyle sanıyorum ki madde bazında önerilerimiz olacak. Komisyonumuzda sadece hukukçularımız yok. Sosyologlar, dil bilimciler var.

ÇATLAK BAŞKAN

Baro’nun ışığı sizinle 24 saat yanmaya başlamış diyorlar


Öyle oldu. Karşıda büfeciler var. Yönetime geldiğimizde ışıklara bakarak yorum yapmaya başlamışlar. Ben bunları hoş buluyorum; Benim için ‘çatlak bir başkan geldi’ diyorlarmış (gülüyor) Esnafla da keyifli dostluklar kurduk.

DİĞER YENİ YAZILAR