Suriye adımı atılırken İran’ı unutmayalım

Haberin Devamı

CHP Genel Başkan Yardımcısı emekli Büyükelçi Loğoğlu, hükümeti “Suriye’ye karşı adım atılırken İran’ı da hesaba katmak lazım. İran ‘durun bakalım’ diyebilir” diye uyardı.

CHP Genel Başkan Yardımcısı, emekli Büyükelçi Faruk Loğoğlu Türkiye’nin Suriye politikasını VATAN’a değerlendirdi. Loğoğlu’nun sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:

Suriye’de şu an için görünen tablo nedir?

Suriye’de olup bitenlerin bölgede olup bitenlerle ilişkisine bakmak lazım. Arap ülkelerinde Tunus’tan başlayarak ardı ardına birçok ülkeyi kapsayan bir hareketlenme oldu. Esas neden yıllarca horlanmış, baskı altında tutulmuş, işsiz bırakılmış, siyasetin özgürlükleri kısıtlanan insanların harekete geçmesiydi. Temel dinamik bu olunca bunu istismara kalkışan radikal, aşırı akımlar da bütün ülkelerde mevcut. En fazla Müslüman Kardeşler’den bahsediliyor. Bu hareketlerin Müslüman Kardeşler’in iktidara getirilmesi için başlatıldığı iddiası bana göre çok yanlış. Ama Müslüman Kardeşler’in hareketlenmeyi görünce bu dalganın üzerine binip kendi amaçlarına ulaşmaya çalışmaları da gayet doğal. Ama bunu daha liberal, sosyal demokrat akımlar da yapıyor. Bu hususların hepsi Suriye açısından da geçerli. Suriye nüfus ve yüzölçümü olarak küçüklüğüne rağmen Ortadoğu’nun kilit ülkelerinden biri. Hem Ortadoğu’daki barış süreci bakımından hem İran, Türkiye ilişkileri bakımından önemli. Böyle olunca tablo iyice karışık hale geliyor?

Dış güçlerin etkisi yok mu?

Elbette etkisi var ama özellikle Türkiye’de sanki bu ülkelerde olup bitenlerin yönetimi, manüplasyonu tamamen dış güçlerin elinde, özellikle de ABD’nin elinde gibi hava yaratılıyor. Değil ABD, hiçbir ülke bu kadar iktidar, güç sahibi değildir. Onlar da ulusal çıkar olarak tarif ettikleri hedeflere ulaşmak için bu ülkelerde olup bitenlerle ilgileniyorlar. Muhaliflere yardım ediyor, bir kısım çevrelere katkıda bulunuyorlardır ama bunu her ülke yapıyor. Türkiye Suriye’deki muhalefeti İstanbul’da, Antalya’da toplayınca oluyor da, ABD ilgilenince farklı bir şey mi oluyor? Suriye’ye göre biz de dış bir ülkeyiz O ülkeleri haklı göstermek için söylemiyorum ama uluslararası ilişkiler bu şekilde oluyor. Beşar Esad sadece uluslararası değil kendi kamuoyu bakımından da bir takım adımlar atmadığı takdirde bu halk hareketinin durmasını mümkün görmüyorum.

ABD Esad’a yönelik yaptırımları sertleştirdi. Tüm tepkilere rağmen ayakta kalma ihtimali var mı?

Var. Elbette ABD’nin yaptırım adımları Suriye’yi incitecek nitelikte. Özellikle petrol ürünlerinin alınmaması. Ama petrolü satacağı yeri Suriye her zaman bulur. ABD Suriye’nin canını incitecektir ama canını alamayacaktır. İkincisi ABD’nin tekrar tekrar yaptığı önemli bir hata var: Ortadoğu ülkelerindeki temel ve tek sorunun baştaki lider olduğunu düşünüyor. Bu lider uzaklaştırılırsa ortalık normalleşecek, istikrar olacak gibi... Halbuki öyle değil. Irak’ta birinci elden gördüler. Saddam’ın gitmesi gerekiyordu ama gitti ülke ne hale geldi. Suriye bakımından bu özellikle geçerli. Suriye’de Esad belirli bir sistemin dışa yansıyan görüntüsü. 30-40 yıldır yerleşmiş, katılaşmış, duruma her yönüyle hakim bir rejimin lideri. Esad’ı söküp atabilirsiniz ama ülkedeki rejimin katmerli tabakalarını atmak çok daha uzun sürecek. Bu ülkelere demokrasi gelmesi, gerçek anlamda hak ettikleri özgürlerin gelmesi daha çok uzun zaman alacak.

El altından destek veren ülkelerin tavrı ne olur önümüzdeki süreçte?

Suriye’ye bakarken bütün bölgeye bakmak lazım. İran ve Suriye stratejik ortaklık ötesinde mutlak bir dayanışma içinde. Bunun mezhepsel bir yönü var. İran bölgedeki nüfuzunu Şii birliğine dayandırıyor. ‘Şii hilali’ deniliyor. Hizbullah, Filistin’de Hamas’la işbirliği yapıyor, Irak’ta, Körfez ülkelerinde Şiiler var. İran bunu kullanıyor ve kilit ülke yine Suriye. Suriye’ye karşı atılacak adımları düşünürken hesaba İran’ı da katmak lazım.

İran’la da diplomasi trafiği devam ediyor. Bu ülkenin üstlendiği rolü nasıl yorumluyorsunuz?

İran, Türkiye’nin Suriye karşısında bu kadar sertleşmesine olumlu bakmıyor ve kaygı duyuyordur. Ama Türkiye’nin gerektiği zaman hareket etme gücüne sahip olduğunu bildiği için yumuşatmak için bir takım adımlar atıyor. Kendine özgü taktiklerle bir örgü uyguluyor. Türkiye’yi Suriye’ye karşı olmaktan mümkün olduğu kadar uzaklaştırıp, Suriye’ye bir sıkıntı gelmemesi, bunun Türkiye’den kaynaklanmaması için yanına almaya çalışıyor diye bakabiliriz. Ama bu süratle değişebilir.

Nasıl bir rotaya girer değişirse?

İran Suriye’deki gelişmelere, Türkiye’nin ve batılı ülkelerin göstereceği tepkilere bağlı olarak ‘Durun bakalım arkadaşlar’ diyebilir. Sertleşebilir.

Suriye’ye karşı ilk adımı atan kişi eski Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’di. Yapılan başlangıçla bugün geldiğimiz tablo nasıl?

Türkiye-Suriye ilişkilerinin yumuşaması Suriye’nin yıllarca inkar ettiği Öcalan’ın varlığını kabul etmesi ardından sınır dışı etmesiyle başka bir mecraya girdi. Sayın Sezer’in Şam ziyareti bu yumuşamaya bir olgunluk getirdi. Türkiye ile Suriye arasındaki normalleşmenin belgeli aşaması 1999’da son derece gizli imzalanan Adana mutabakatıdır. AKP hükümeti kendinden önceki dönemde atılan temelin üstüne kısmen başarılı, kısmen aşırı olduğunu şimdi anladığımız bir bina inşa etmiştir. Ticaret gelişmiştir, iyi. İnsan trafiği kolaylaştırıldı, iyi. Ama son 9 yıldır sadece Suriye bakımından değil bütün Arap ülkeleri bakımından Türkiye’nin dış politika söyleminde olan kelimeler şunlardır: Hamas, Hizbullah, yeni Osmanlıcılık, Şengen değil Şamgen, biz bize yeteriz... Ortadoğu’da bunlar Türk dış politikasının sürücüleri olmuştur. Yer almayan kavramlar ise, demokrasi, insan hakları, laiklik, özgürlükler, kadın erkek eşitliğidir. Türkiye’nin bu ülkelere yönelik dış politika söyleminde hiçbiri yer almamıştır. Ne zaman Arap ülkelerinde hareketlenme başlamıştır, o zaman AKP iktidarı bu kavramları hatırlama mecburiyeti hissetmiştir. Sayın Davutoğlu’nun komşularla sıfır politikasının en başarılı örneği olarak Suriye takdim edilegelmiştir.

Washington ne biliyorsa biz de o kadarını bilelim

Davutoğlu size bilgi vermeyeceğini söylediğinde tepki gösterdiniz...


Böyle bir hakkı yok. Bu Sayın Bakan’ın özel meselesi değil. O şekilde düşündüğünü de zannetmiyorum ama ‘Bilgi vermiyorum’ gibi bir tutum almak doğru değil. Washington, Paris, Londra, Şam temasları hakkında ne biliyorsa muhalefetin de en azından o kadarını bilmeye hakkı var.

Kim daha fazla yardım yapıyor diye bakmıyoruz

Somali’ye iktidar da muhalefet de yardım için harekete geçti ama yine tartışma çıktı...


Bu yardım meselesi AKP iktidarı tarafından siyasal bir gösteri haline dönüştürüldü. Buna ihtiyaç yoktu. Bir iç siyaset malzemesi haline geldi. Biz sosyal demokrat bir partiyiz. Buna da insani bir açıdan bakıyoruz. ‘Kim daha fazla yardım yapıyor. Kim daha fazla siyasi kredi kazanıyor’ gibi bir niyetimiz yok. Somali’ye gidişi haftalar öncesinden gündemimize alıp, girişimlerimizi yaptık. Başbakan bizden çok sonra Somali gezisini yapacağını açıkladı. ‘Biz gidiyoruz o yüzden bunu yaptı’ da demiyorum. Ama sıralama Türk kamuoyu bakımından önemliyse bunu çok daha önceden yapmıştık. Biz Somalili mültecilere gidiyoruz. Kenya’da bir kamp. Dünyanın en büyük mülteci kampı. Amaç burada bütün devlet imkanlarını kullanarak kredi kazanmak değil. Çok mütevazı imkanlarla ama halkın ihtiyaçlarına cevap şekilde gidiyoruz.

Açlık, kadınların çocukların hayatlarını kaybettiği bir ortamda bu sadece hükümetlerin işi değil hepimizin işi. Biz elimizi uzatabilecek durumdayız. Bunun için o insanlara dokunmak istiyoruz.

Kaç kişilik ekip?

3-4 kişi. Küçük bir uçakla gideceğiz. Hala yardımlar toplanıyor. Kızılay vasıtasıyla hedefine ulaşacak.

Ajda Pekkan Başbakan’ın heyetiyle gitti. Sizinle gidecek sanatçı var mı?

Bizim o taraklarda bezimiz yok.

DİĞER YENİ YAZILAR