Suriyeli ilticacılar ve iltica politikası

Haberin Devamı

Canlılar keyiften göç etmez, mecburiyetten eder. Zorunlu göç ve iltica durumu ise insanın içine düştüğü en beter durumdur. Mülteciler, yeri yurdu olmadığından yoksuldan da yoksul, sadece topluca denizde boğulduklarında veya kamyon kasalarında nefessizlikten telef olduklarında haber olan lânetlilerdir. Mülteciler kendi devletlerinden gördükleri kötü muameleye boyun eğmediklerinden, gitmek zorunda kaldıkları yabancı diyarlarda suç işlemiş muamelesi görürler. Onlara daima şüpheyle bakılır. Bu, iltica edilen tüm ülkelerin yönetimleri için geçerlidir. Türkiye hem mülteci vermesine hem de almasına karşın yıllardır bu konuda makul bir hukuki altyapı oluşturamadı. Tarafı olduğu 1951 Cenevre Sözleşmesi’ne şehir devleti Monako ve Madagaskar adasıyla birlikte coğrafi çekince koymuş olan 3 ülkeden biridir. Çekince, Avrupa’dan gelenler dışında kimsenin Türkiye’de mülteci statüsüne sahip olamayacağı anlamını taşır. Sorunlar yumağı bir coğrafyada bulunmamız bu çekinceye rağmen mülteci akımını hiç engellemedi ama idarenin tavrını değiştirmesine de önayak olamadı. Irak’ta Halepçe katliamı sonrasında ve son Irak istilasıyla Türkiye’ye sığınmaya çalışanlara yapılan engelleme bunun en veciz örneğidir. Özal dönemindeki Halepçe sonrası Kürt mülteciler sınırda sersefil tutulup geri yollandı, Irak istilasından kaçan Sünnilerin sığınması ise büyük ölçüde engellendi. Bugün ise tüm engellere rağmen 52 ildeki ikamet merkezlerinde ‘Avrupalı olmayan’ 25 bin ‘şartlı mülteci’ bulunuyor. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği (MYK) kendilerini üçüncü bir ülkeye gönderme şartını yerine getirene dek merkezlerde kötü koşullarda hayata tutunmaya çalışıyorlar. Üçüncü dünya ile dayanışma konusunda epey iddialı olan Türkiye’nin üzerinde iyi düşünmesi gereken bir çelişki bu!

Yakın zamanda İçişleri Bakanlığı’nın hazırladığı ‘Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu Tasarısı Taslağı’ yabancılar ile ilticacıların hukuki konumlarını tarif eden ve Göç İdaresi Genel Müdürlüğü altında kurumsal kapasiteyi güçlendirecek üç yasadan oluşan paket Başbakanlığa sevkedildi. Taslakla, hâlihazırdaki yetersiz hukuki çerçevenin içi dolduruluyor, göçmen veya mültecinin tüzel kişiliğini tanımlayan bir takım iyileştirmeler getiriliyor. Aynı zamanda bir AB uyum taahhüdü olan bu yasalar ne yazık ki kabul görmüş mevzuat ile uyumsuz. Yukarıda adı edilen çekince kalkmadıkça Türkiye’nin hukuken sağlam ve insani kaygılara cevap verecek çapta bir mevzuata sahip olması mümkün değil.

İpin ucu kaçmak üzere

29 Nisan 2011’de başlayan Suriyeli mülteci akımında uygulanan ‘açık sınır’ kararı, vize şartı olmamasının da avantajıyla Avrupalı olmayan mültecilere yapılan uygulamaya istisna oluşturuyorsa da mültecilerin kabulü ve hayatlarını idamesindeki sorunlar büyüyor. 18 bin Suriyeli Türkiye’de. Lübnan’da 16 bin, Ürdün’de 6 bin Suriyeli mülteci var. Geçen Cuma 84 milyon dolarlık bir insani yardım çağrısında bulunan MYK yaz sonunda üç ülkede toplamın 100 bini bulacağını hesaplıyor. Suriyeliler Türkiye’de 8 çadırkent ve Kilis’teki konteyner kentte ‘misafir’ ediliyorlar. Sorunlar da tam burada başlıyor.

Bir defa iltica lzgatçesi ve hukukunda ‘misafir’ diye bir kavram yok. Hukuki temelden yoksun bu statü her türlü keyfi ve şeffaf olmayan uygulamaya kapı açar. Nitekim Helsinki Yurttaşlar Derneği, İnsan Hakları Derneği, İnsan Hakları Gündemi Derneği, Mültecilerle Dayanışma Derneği, Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi’nden oluşan Mülteci Hakları Koordinasyonu Antakya çadır kentlerindeki hukuk zaaflarına dikkat çekiyor. Ağustos 2011’de Antakya’da para karşılığı iki Suriyeli mülteci subayı Suriye yetkililerine satan memurlar nihayet tutuklandı. Subaylar Suriye İnsan Hakları Birliği’nden verilen bilgiye göre kurşuna dizilmişler. Mültecilerin suçluymuş gibi tel örgüler arkasındaki fotoğraflarını hep basında görüyoruz. Bu, olması gereken muamele değil. Kuş uçurtulmayan çadırkentlere hiçbir yabancı heyet veya gazeteci alınmaması da normal değil. Bırakın yabancı heyetleri BM’nin uzman mülteci kuruluşu MYK dahi çadırkentlere adım atamıyor.

Tecrit, şeffaflığı zedeler, istismar riskini artırır. Kaldı ki ulusal basını ve uluslararası camiayı Suriyeli mültecilerle irtibata geçmekten alıkoymak, Suriye konusunda gereken uluslararası kamuoyu farkındalığından kendini mahrum etmektir. Kamu diplomasisi ustalarına duyurulur. Diğer taraftan hükümetin mültecilerin bakımı için uluslararası camiadan destek almayı reddetme inadı, olağanüstü durumlarla başetme kapasitesinin sınırlarını hatırlarsak, gayet risklidir.

Son olarak, uluslararası kabul görmüş uygulamada mülteciler, kaçtıkları ülkenin ordusunun intikam alma riski dolayısıyla sınır bölgelerinde yerleştirilmez. Tam Lübnan’da Pazartesi cereyan eden olaydaki gibi!

DİĞER YENİ YAZILAR