Danışsız, düzensiz, denetsiz...

Haberin Devamı

Bir inşaat furyasıyla karşı karşıya Türkiye. Önümüzdeki on yılların temel ekonomik dinamiği muhtemelen inşaat olacak. Kent, kır, kültür, insan ve doğanın bu furyadaki yeri karar vericiler ne kadar bahşedecekse o kadar olacak. Kamuyu yani bütün ülkenin istikbalini ilgilendiren karar alma mekanizmalarının bugün nasıl işlediğini ve hukukî, malî, idarî, beşerî ve çevresel anlamda çağdaş bir işleyişten ne denli uzak olduğunu anlamak için hükümetin dört temel tasarrufuna göz atalım: Kamu İhale Kanunu, çevresel etki değerlendirmesi (ÇED) muafiyeti, özerk kurumlarının özerkliklerinin iptali ve Kentsel Dönüşüm Kanunu.

İnşaatın malî kaynağını oluşturan 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu Nisan 2002’de koalisyon hükümetince yapıldı. O zamandan beri 18 kez değiştirilerek kuşa çevrildi. Şeffaflıktan külliyen uzak, herhangi çağdaş bir kamu ihalesi kıstasını artık içermeyen, biçilmiş kaftan bir yasa haline geldi. Yasa, vergi mükelleflerinin cebinden çıkan ve 2010’da 70 milyar, 2011’de 80 milyar TL mertebesinde bir harcamayı yönetiyor.

Bu yasayı yöneten Kamu İhale Kurumu’nun özerkliğine, diğer düzenleyici ve denetleyici 9 kurumun özerkliğiyle birlikte geçen Ağustos’ta son verildi. Diğer 9 kurum şunlar: Radyo ve Televizyon Üst Kurulu, Telekomünikasyon Kurumu, Sermaye Piyasası Kurulu, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu, Kamu İhale Kurumu, Rekabet Kurumu, Şeker Kurumu, Tütün, Tütün Mamulleri ve Alkollü İçkiler Piyasası Düzenleme Kurumu, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu.

Üçüncü tasarruf, bir diğer temel düzenleme ve denetleme aracı olan ÇED ile ilgili. Nisan 2011’de ÇED Yönetmeliği’nde yapılan değişikle 2015’e kadar yatırımına başlanacak olan ve daha proje aşamasında olan projelerde ÇED şartı aranmayacak. Kamuoyunun haberdar olduğu projeler bu kapsamda: Sinop ve Akkuyu Nükleer Santralleri, Amasra Termik Santrali, yeni Boğaz köprüsü, Ilısu Barajı ve Gebze-Orhangazi-İzmir Otoyolu. Yapılan değişiklikle Artvin, Rize, Tunceli, Mersin, Küre Dağları, Kaz Dağları gibi biyolojik çeşitlilik hazineleri yatırıma açılacak. Akarsu havzaları arasında su transferi, 10.000 m2 ve üzerindeki deniz dolguları, ulaşım ve altyapı yatırımları, su depolama tesisleri, 10MW ve üzeri nehir tipi hidroelektrik santraller, toplu konutlar, turizm tesisleri, maden ocakları ve bazı fabrikalar da 2013 yılına kadar ÇED uygulamasından muaf tutularak gerçekleştirilebilecek.

Dördüncü tasarruf Meclis Genel Kurulu’na inmek üzere olan Kentsel Dönüşüm Kanun Tasarısı. Bu yasa merkezî ve yerel idareye gayrimenkuller üzerinde duyulmadık, denetim dışı bir alan açıyor. Toprak Koruma ve Arazi Kullanım, Zeytincilik, Mera, Orman, Turizmi Teşvik, Boğaziçi, Askerî Bölgeler ve Kıyı kanunlarının arazi kullanımı bakımından kısıtlayıcı maddeleri bu kanunla kalkıyor.

Türkiye’nin doğal ve kentsel altyapısını baştan aşağıya değiştirecek ve dönüştürecek olan bu kararların alınma aşamasında hükümetin, yasama dâhil hiçbir başka merci ile kapsamlı bir istişare ve müzakerede bulunmadığını biliyoruz. Aksine, kararların ruhu her türlü düzenleyici ve denetleyici istişareyi savuşturmak! Geriye yalnız, projeler hayata geçtikten sonra yapılacak Sayıştay denetimi kalıyor ki o da kamu kaynağının doğru ve verimli harcanıp harcanmadığıyla ilgili; yapılacak hatalardan herhangi bir geri dönüş söz konusu değil.

Gelişmiş demokrasilerde karar ve uygulama bizdeki gibi değil. Kırk yıl önce ABD’de ortaya çıkmış Düzenleyici Etki Analizi (DEA) diye bir araç var. DEA kamuyu ilgilendiren kararların, karar ve uygulamadan önce olumlu ve olumsuz muhtemel toplumsal, çevresel etkilerinin incelenmesi, bulguların kamuyla paylaşılması ve karar alıcılara ulaştırılması demek. Kamuyu ilgilendiren karar ve uygulama, yapılacak işin uzmanı, o işten nemalanacakların çıkarı, dışarıdan alınacak örnek veya siyasî mercinin paşa gönlü ve iki dudağının arasına göre değil somut veri ve tahlillere dayanan deneysel yöntemlerle alınıyor dünyada. Zira aksi olunca topyekûn bedel ödeniyor. Örnek mi? Deprem bölgelerindeki fabrikalar dâhil tüm inşaatlar, kuruyan göller ve akarsular, yok olan kültür mirası, Karadeniz’in yuttuğu otoyol, derelerin yuttuğu binalar ve insanlar, eğimi deniz yerine karaya olan kaldırımlar, fiyakalı ama kaygan granitten kaldırım taşları, hatalı metro çıkışları... Boşuna ‘Meşveret etmek, insanı pişman olmaktan koruyan bir kale gibidir’ dememiş Muhammed Hâdimî.

Erken dönem İslam âlimi Kasım bin Muhammed bin Ebu Bekir ise şöyle demiş: ‘Meşveret etmek sünnettir. Zira danışarak iş yapan zarar etmez. Peygamber efendimiz eshâbı ile çok meşveret ederdi. Bir iş için akıl, Allah korkusu, hikmet ve tecrübe sahibi on kişiye danışırdı.’

Not: Claude Lanzmann’ın Yahudi Soykırımı’nı anlatan dokuz buçuk saatlik belgesel filmi Shoah TRT’de Türkçe altyazılı olarak, bölüm bölüm geçen Perşembe gösterilmeye başlandı. Dört hafta daha devam edecek. İnsanın insana neler reva görebildiğini anlamak ve düşünmek için iyi bir fırsattır.

DİĞER YENİ YAZILAR