Rapor haftası

Haberin Devamı

İlerleme raporu Çarşamba açıklandı. Bugünün canalıcı sorusu şu: Türkiye’nin değişimi, dönüşümü ve bölgenin istikrarı için AB’nin herhangi anlam ve önemi kaldı mı? AB Bakanlığı’nın gayretlerini ayrı tutarsak hükümetin iç ve dış politika tercihleri AB’nin Türkiye ve bölge için bir anlam ve önemi kalmadığını söylüyor bize. Ama rapora bakılırsa AB norm, standart, ilke ve değerleri Türkiye’nin dönüşümü ve bunun bölgeye yapacağı katkı açısından hâlâ anlamlı ve önemli.

Bu, sadece AB açısından değil ülkenin reşit bir demokrasiye ulaşmasını, doğaya ve insana öncelik veren bir ekonomiye sahip olmasını arzu edenler açısından da böyle. Nitekim raporun da altını çizdiği gibi Türkiye’de ne anayasa yapma biçimi, ne Kürt çatışmasını çözme biçimi, ne HSYK reformu sonrası yargının işleyişi, ne temsil adaleti (seçim barajı), ne demilitarizasyon, ne adil yargılama, ne âdem-i merkeziyet ve iyi yönetim, ne basın ve ifade özgürlüğü, ne doğa koruma, ne insan ve hayvan sağlığı, ne çalışma hukuku, ne kent yönetimi kabul görmüş standartlarla uyumlu. Türkçesi AB Bakanlığınca tercüme edildi: http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=45313&l=1

Raporun bu hepimizin malumu olan bulguları Türkiyelilerin AB üyeliği ilgisinde okunuyor. nun yıllık eğilimler raporunda ‘AB üyeliği iyidir’ diyenler %48’e, ama üyelik gerçekleşebilir diyenler 2006’dan bu yana en yüksek seviye olan yüzde 33’e çıkmış.

Türkiyelilerin eğilimi AB’nin norm ve standartlarının ‘iyi örnek’ oluşturmasıyla sınırlı değil, aynı zamanda ortaklık arzusunu da gösteriyor. Türkiye halkının ilgisinin ardında genel itibariyle ‘daha iyi bir hayat kalitesi’ beklentisi her zaman vardı. Son bir-iki yıldır güney kuşağı ülkeleri ve komşunun başına gelenler bu algıyı bir nebze zayıflattıysa da özellikle ekonomik veriler ortaklığı kanıtlar nitelikte. İnsanlar istikballeri açısından, son tahlilde AB’nin ekonomik önemini tamamen kavramış durumda.

Nitekim AB Ankara Delegasyonu’nun yaptığı çalışma AB ile Türkiye arasındaki ekonomik ilişkinin ne denli yapısal olduğunu ve bazılarının sandığının aksine kolay kolay ikame edilemeyeceğini gösteriyor. Şu ticaret ve yabancı sermaye verileri önemli: 2008, 2009 ve 2010’da ticaretin yüzde 42’si AB ülkeleriyle, yüzde 11’i Arap ülkeleriyle yapılmış. Bu ticaret içinde ihracatın payı AB ülkeleriyle yüzde 47, Arap ülkeleriyle yüzde 20 olarak gerçekleşmiş.

Yabancı sermaye girişlerine bakınca ortaklığın yapısallığı daha belirginleşiyor: Aynı dönem boyunca gayrimenkul yatırımı haricinde AB kaynaklı yabancı yatırım sermayesi toplamın %76’sı, Körfez Emirliklerinden gelen sermaye ise yüzde 8’i.

Zaten Ali Babacan ile Mehmet Şimşek memleketin ekonomik gidişatı konusunda yaptıkları yavaşlama uyarılarını genel itibariyle Avrupa’nın yavaşlamasıyla ilişkilendirmiyorlar mı?

Dolayısıyla AB ilişkisi ne ortaklık anlamında ne de ilkeler açısından yabana atılacak, azımsanacak bir ilişki değil. Bu önem AB’nin Türkiye politikası için de aynen geçerli.

Bundan sonra

‘AB ile ekonomik ilişkiyi sürdürelim ama daha fazlasına gerek yok’ diyen pek çok kişi var. Artık neredeyse her konuda olduğu gibi hükümeti ve toplumu kuşatan bu aşırı özgüven ne Türkiye’nin ne de bölgenin hayrınadır. Zira AB tekniklerine olan ihtiyaç her gün kendini daha fazla hissettiriyor.

Aslında Türkiye’nin göreceli iktisadî ve siyasî istikrarı pek çok konuda olduğu gibi AB ilişkisinde de hükümete muazzam bir marj tanıyor. Hükümet bugün istese tek taraflı olarak gümrük birliğinin kapsamına Kıbrıs Cumhuriyeti’ni de dâhil ederek üyelik müzakerelerinin önündeki Kıbrıs engelini tek kalemde aşar. Böyle bir manevra Kıbrıs’taki yeni federal devletin kuruluş müzakerelerine, Güney Kıbrıs’taki keşmekeşe, gaz-petrol arama kavgasına, Yunanistan ile olan ilişkilere ve doğu Akdeniz’in istikrarına tahminlerin ötesinde katkı sağlar. Bu katkılar, bugünkü karşılıklı güç gösterilerinin köşeli ama kısır sonuçlarıyla mukayese dahi edilmez.

Diğer tarafta Türkiye’nin üyeliği konusunda mızıkçılık eden ve engel çıkartan AB üyesi ülkelerde bu konuda tavır değişiklikleri gözleniyor. Misâlen bir Almanya’nın AB’yi sırtlamak üzere Türkiye ayarında bir ülkeye ihtiyacı olduğu artık açıkça dillendiriliyor. Keza ilkbaharda Fransız sosyalistleri milletvekili ve ardından cumhurbaşkanlığı seçimlerini alırlarsa Fransa’nın bugünkü politikasını gözden geçirmesi beklenmeli. Türkiye’nin AB dinamiğiyle elde ettiği yumuşak gücünün bölgeye ihracı ve Türkiye’nin Arap devrimlerinin esin kaynaklarından olması gerçekleri nihayet akademik çalışma ve uzmanlık alanı haline geldi.

Bu çerçevede Türkiye ile AB’nin, birlikte oturup eteklerindeki taşları dökmelerinin zamanı çoktan geldi. Siyasî takvim açısından doğru zaman 2013 sonbaharındaki Alman seçimleri sonrasını gösteriyor. Bu ortak stratejik değerlendirme Türkiye’nin 2023 ufkunun içine AB üyeliğini dâhil etmekten geçiyor. Unutulmasın ki Türkiye’ye verilmekten imtina edilen üyelik perspektifi aynı zamanda AB’nin de perspektifsizliği demek.

DİĞER YENİ YAZILAR