Resmî dış politika ile sivil dış politika

Haberin Devamı

Topyekûn savaşların sonundan bu yana AB’nin oluşumuyla başlayan, Soğuk Savaş’ın bitmesi ve küreselleşme ile hızlanan yeni ve alışılmışın dışında politika üretme biçimleri var artık. Hem iç, hem dış politikada.

Politikayı ulusal politikacıların tasarruflarıyla sınırlayan 19. yüzyılın siyaset anlayışı işlevini çoktan uzmanlar ve teknisyenlere devretti. Bu değişime günümüzde artık toplumları da eklemek gerekiyor.

AB’nin fikir babası Jean Monnet, 30 Nisan 1952’de Vaşington’da Avrupa’da kurulmakta olan birlikle ilgili bir konuşmasında o zaman için olağanüstü bir öngörü ile ‘devletler arasında ittifak kurmuyoruz, insanları bir araya getiriyoruz’ der. Bu veciz ifade ile müstakbel birliğin devlet odaklı değil insan odaklı olacağını söylerken bundan böyle bencil, savaşçı ve insana değer vermeyen devletlerin yanında onları gemlemek üzere toplumların söz sahibi olacağı bir döneme girildiğinin haberini verir.

İçeride yerellik, bölgesellik ve bilumum alt ölçeklerde cereyan eden, dışarıda ise ulusdevletin dışında seyreden envai çeşit politika yapma biçimi var günümüzde. Bu bağlamda klasik devlet diplomasisinin yanında, ondan daha kıvrak, cesur ve çoğu zaman klasik diplomasinin öncülü konumunda olan, konu veya kurumlar temelinde gelişen, daima çoktaraflı işleyen bir dolu sivil diplomasi çalışması mevcut. Kültür diplomasisi, kent diplomasisi, çevre diplomasisi, hükümetdışı uzman kuruluşların oluşturduğu ulusötesi ağlar, anlaşmazlık çözümünde uzman ulusötesi kurumlar ilk akla gelenler ve bir şekilde duyduklarımız. Uluslararası ve hükümetlerarası kuruluşlar da bu yeni politika üretme süreçlerine ayak uydurmaya çalışıyorlar.

Bu yeni ulusötesi siyaset üretme ve yapma ağlarının devletlerin politikaları üzerindeki etkileri ülkelerin demokratik geleneklerinin ne derece kurumsallaştığıyla birebir ilgili. Türkiye bu karşılıklı etkileşim sürecinin daha çok başlarında. Siyaset üretimi, ister iç ister dış siyaset olsun seçilmiş ve elbette atanmışların dokunulmaz alanı. Bunların dışında yapılan işlerin pek kıymeti ve ağırlığı yok. Halbuki Türkiye’nin politika üretim ve uygulamaları AB süreci ve küreselleşme ile birlikte devlet ve siyasetin tekelinden çıkmış ve bir bakıma parçalanmış, fragmante olmuş durumda. Devlet ve siyasetin bu yeniliklere ayak uydurabildiğini söylemek güç, aksine olan bitenin önünden değil arkasından koşan bir halleri var.

AB uyum çalışmaları ve küreselleşme sonucunda burada alınmayan kararların nasıl burada uygulanmakta olduğunu, burun kıvırsak da hergün yaşıyoruz. (AB tam da o yüzden AB sadece dışpolitika değil.) Bu kararların oluşum aşamalarında sanıldığı gibi emperyalist devletler yok. Kararlar, devletlerin de dahil olduğu çok aktörlü, sürekli diyalog ve müzakere halindeki süreçler sonucunda alınıyor.

Aynı dış dinamikler Türkiye’yi, devletdışı ve hükümetdışı kuruluş ve girişimlerin ürettiği politikaları dikkate almaya davet ediyor. Bu gidişat AB adaylığıyla hızlandı. Türkiye’nin sivil toplumu özellikle bellek politikalarında, kültür politikalarında, çevre politikalarında devlet ve siyasetinkileri çok aşan girişimlerde bulundu. Gayrimüslim ve Müslim azınlıkların başlarına gelenlerle ilgili çalışmalar ve kampanyalar, ülkenin kültür, sanat ve edebiyat potansiyelini duyuran dünya çapında gelişmeler, doğa korumada insanüstü bir çabayla gerçekleşen protestolar...

Komşu ülkelerle, yurttaşlarımızla olan husumetlerin giderilmesinde ve sonuçta her kamusal politikada devlete bel bağlamış, her adımı devletten bekleyenler örneğin Ermenistan sınırının açılması konusunda, en azından şimdilik hüsrana uğradı. Bunlar arasında kendisine sivil toplum kuruluşu diyenler bile var. Buna karşılık sivil girişimler yollarına devam ediyor, belki sınırları açamıyor ama daha temelli işler yapıyor: Zihinlerdeki sınırları açıyor.

DİĞER YENİ YAZILAR