Gözümüz aydın, Türkiye merkez ülke olmuş

Haberin Devamı

Geçen Çarşamba CNN Türk’te Başbakan’ın dış politika başdanışmanı Ahmet Davutoğlu’nu dinledik.
Davutoğlu AB konusunda Birlik’in Türkiye’nin güvenlik politikaları ve enerji yolları açısından hayatî önemini anlayınca bugünkü soğuk tavrını değiştireceğini söyledi. Alalım enerji yollarını. Türkiye kuzey, doğu ve güneyden ithal ettiği enerjiyi kime satıyor ve daha da satmak istiyor? Elbette tek ciddî alıcı olan Avrupa’ya. Türkiye AB’ye alınmadı diyelim, bu kadar enerjiyi kime satacak? Yine Avrupa’ya! Yorumsuz!
Danışmanın AB’ye bakışının Amerikanvarî güç politikasıyla sınırlı olduğu anlaşılıyor. Halbuki Avrupa’nın kuruluşu ve temeli bu salt güce tapan yaklaşımdan kopmayla eşanlamlı. Savaşlardan ve karşılıklı güç gösterilerinden perişan olmuş Avrupa 1945’te ‘artık yeter’ diyor. Kuruculardan Jean Monnet ‘eskiden komşumun güçsüzlüğü benim gücüm demekken şimdi yeni Avrupa’da onun gücü benim de gücüm anlamına gelecek’ diyor.
AB’den daha anlamlı
ölçek yok
AB reformları konusunda, 2007 başında dostlar alışverişte görsün misali hazırlanan ve siyasî reformlardan hiç söz etmeyen eylem planı 2007’de seçimler ve PKK yüzünden gerçekleşememiş. Halbuki 17 Aralık 2004’ten bu yana dişe dokunur bir iş yapılmıyor.
Komisyon ile ilişkiler çok iyiymiş. Ne fayda, kararı Konsey alıyor. İkincisi Komisyon zaten daima aday ülkenin yanındadır, zira adayın başarısı Komisyon’un da başarısıdır.
Teknik süreç iyi işliyormuş. Tarama yani mevzuat karşılaştırması iyi geçti, kötü geçmesi mümkün değildi. Ama uyum çalışmalarına gelince bürokrasi hedefsiz.
Sarkozi ile beklenen travma yaşanmamış. Zira Sarkozi’ye mesaj verilmiş ve Fransa yola gelmiş. Fransız hükümeti Türkiye’nin AB’ye tam üye olmasını istemediğini en yetkili ağızdan Türk hükümetine Mayıs’ta bildiriyor, Haziran’da da bunu avro başlığının açılmasını veto ederek uyguluyor, danışman Fransa yola geldi diyor.
Konsey ile sorun varmış. Elbette. Nitekim yapılması gereken işlerin başında, ortak bir strateji belirlemek için Türkiye’yi destekleyen AB ülkeleriyle derin bir istişare gerekiyor.
Ali Babacan’ın icraatında aksama olmamış, ama kamuoyunda AB’ye karşı çok tepki varmış. Dolayısıyla AB işine çok fazla öncelik vermek gerekmezmiş. Öyle olduğu zaten ortada.
Sonuçta şu hala özümsenmiş ve sindirilmiş değil: Türkiye’nin kalıcı bir siyasî ve iktisadî istikrara kavuşabilmesi ve dolayısıyla o özlenen güçlü konuma gelebilmesi için AB esinli reformlara ve Birlik’e üye olmaya ihtiyacı var. Tıpkı zamanında İspanya’da olduğu gibi. Türkiye bu yolla mücavir ve tarihî coğrafyasında bir ağırlık kazanır. O ağırlık da siyasî ve iktisadî olur, yumuşak bir yaptırım gücüne tekabül eder.
Diğer taraftan danışmanın dünya sahnesinde merkez ülke olma stratejisi yani kendi deyimiyle Ortadoğu’yu AB ilişkimizle AB’yi de Ortadoğu ilişkimizle etkilemek ve dengelemek bugün itibariyle ham hayaldir. Kulağa hoş gelir, o kadar. Kullandığı ‘ölçek büyütmek’ taktiği, ekonomik ve askerî anlamda büyük ölçüde Batı’ya bağımlı olan Türkiye’nin AB ve Batı’nın tersine gitmesi demek olmasa gerek. Zira Türkiye’nin böyle bir oyun gücü yok ve belki de hiç olmayacak. Fransa’nın bile böyle bir gücü yok. Orta boy ülkeler ancak birlikte hareket ettikleri ölçüde güçlüler.
Nitekim ikide birde, orada burada ‘Türkiye devrede’ haberlerine rağmen İsrail-Pakistan buluşmasından başka -ki bunun da ne kadar arkası gelir meçhul- dişe dokunur bir ‘ağırlık’tan bahsetmek kâbil değil. Üstelik dünya sathında arabuluculuğa soyunana ‘önce sen ihtilaflı olduğun komşularınla meseleni hallet’ demezler mi?
Bütün bunlardan işlerin iyi gittiğini çıkarmak pek mümkün değil. Ama danışmanın sözüyle Başbakan’ın ‘ulusa sesleniş’te bir satırla zikrettiği AB ilişkisini beraber okuyunca hükümetin AB ilişkisini artık rafa kaldırdığını, en azından öncelikli bir ulusal politika olmaktan çıkardığını anlamak mümkün.

DİĞER YENİ YAZILAR