Avrupa’nin iki doğulusu: Almanya ile Türkiye

Roma Antlaşmaları diye bilinen Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ve Euratom antlaşmalarının ellinci yılı kutlamaları AB’nin geleceği kadar AB-Türkiye ilişkileri açısından da anlamlı

Haberin Devamı

Roma Antlaşmaları diye bilinen Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ve Euratom antlaşmalarının ellinci yılı kutlamaları AB’nin geleceği kadar AB-Türkiye ilişkileri açısından da anlamlı.

AB açısından bakıldığında o yıllardaki kurucu iradenin yerinde bugün yeller estiği görülüyor. Kısaca hatırlayalım. 1954’te Avrupa Savunma Topluluğu’nun Fransa tarafından torpillenmesi sonrasında politikacıların Avrupa’yı Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’ndan (AKÇT) daha ileri götürme konusunda çok arzulu olmadıkları ortaya çıkar. AKÇT’nin başında bulunan AB’nin bir numaralı fikir babası Jean Monnet bu gelişme üzerine istifasını verir vermez “Avrupa Birleşik Devletleri için Eylem Komitesi”nin kurulması amacıyla kolları sıvar. 13 Ekim 1955’te altı kurucu ülkeden değişik siyasî partileri, sendikaları, aydınları ve teknisyenleri bir araya getiren bu komite gayet özel bir yapıdır. Amacı, adı üstünde, federal Avrupa’yı kurmaktır. İşte geçen Pazar günü Berlin’de yapılan kutlama bu iradenin sonucunda kısa bir zamanda ortaya çıkarılabilmiş antlaşmalarla ilgiliydi.

Ancak Pazar günü bu vesileyle yayımlanan iki sayfalık Berlin Deklarasyonu, Monnet ve Eylem Komitesi’ndeki yoldaşlarının 1950’lerdeki öngörüsü ve iradesinden maalesef çok uzaktaydı.

Frenk ve Felemenklerce anayasanın 2005’te reddi sonrasında AB’nin içine düştüğü durumdan çıkmasının epeyi zaman alacağı öngörülüyordu. İşlerliliğini gitgide yitiren, yaşlı ve tabanından kopuk bir ekonomik dev görüntüsü veren AB’nin yeni bir soluğa ihtiyacı olduğu aşikâr. Alman dönem başkanlığı da zaten sürüncemedeki anayasa sürecini canlandırmak ve AB’yi tekrar Avrupa’nın gündemine taşımak amacıyla 25 Mart 2007’yi özel bir gün haline dönüştermek istiyordu. Ama dağ fare doğurdu. Son yılların tek kayda değer projesi olan genişleme politikası bile metinde üstünkörü ifadelerle geçiştirildi. Adaylar törene çağırılmadı. Halbuki çağrılmayan adaylardan Türkiye, Berlin Deklarasyonu ile bir ölçüde canlandırılmaya çalışılan anayasayı kaleme alan konvansiyonun aktif üyesiydi. Yüzü AB’nin geleceğine dönük bu çabalara çağrılı olmaması nasıl dışlanmak istendiğinin en sarih ifadesidir.

1957: Almanya’nın Batı Avrupa’ya iştiraki
Halbuki Türkiye ile AB’nin bütünleşmesinin önemini her üye ülkeden daha fazla kavrama ve değerlendirme durumunda olan ülke Almanya’dır. 1945 öncesinde aklı her daim Doğu’da, bir nevi Batı karşıtı misyonunun bilinciyle hareket eden otoriter ve militarist Almanya’nın Batı kültürünün dışında olduğu, 1945 sonrasında da kabûl gören bir yaklaşımdı. Nitekim bugün Türkiye’yi AB’den dışlamak için öne sürülen gerekçeler ogün Almanya’yı AET’den dışlamak için kullanılan gerekçelerin tıpkısıydı.

Örneğin bugün Hans-Ulrich Wehler ve Heinrich August Winkler gibi Alman tarihçiler Türkiye’nin AB üyeliğine siyasî kültür uyuşmazlığı gerekçesiyle karşıdırlar. Yine aynı tarihçiler 1945 sonrasında Almanya’nın cılız burjuvasisi ve sivil toplumu nedeniyle Batı siyasî kültürünün dışında olduğunu bilir ve söylerler. Ama hiçbiri Almanya ile Avrupa’nın zor ama başarılı bütünleşmesinin kıtanın barış ve esenliği için ne denli yararlı olduğundan Türkiye içinders çıkarmak gayretini göstermez.

Jean Monnet 25 Mart 1957’de parafe edilen antlaşmaların Bundestag’da onaylandığı 5 Temmuz 1958’de “Almanya’nın kıtadan kopma riski böylece uzaklaşmakta, uzun zamandır muğlak bir tavır içerisinde olan Alman kamuoyu Batı’dan yana tavır almış bulunmaktadır” diye yazar. Tıpkı bugün Türkiye’nin içinde bulunduğu ikilem gibi. Ama hayatî bir farkla. AB’nin bugünkü “fikir anababaları” Türkiye’nin o ikilemini derinleştirerek Avrupa’dan kopması için ellerinden geleni yapmaktalar.

DİĞER YENİ YAZILAR