İkinci Hilmi Özkök vakası gibi

Haberin Devamı

Ergenekon ve Balyoz davaları ile bunlara eklenen yan davalar sonucu Türk Silahlı Kuvvetleri çok ciddi bir erozyona uğratıldı. 200’ün üzerinde muvazzaf subay halen tutuklu. Bir o kadar emekli subay da hapiste.

Deniz Kuvvetleri ve Hava Kuvvetleri komutanlıklarının üst düzey yönetimi neredeyse “yok” hale getirildi.

Son Yüksek Askeri Şûra öncesi, bir ilk yaşandı ve Genelkurmay Başkanı ile 3 kuvvet komutanı istifa etti.

Şûra birçok üst rütbeli generali emekli ederken oturma düzeni yenilendi, yeni komutanlar atandı.

İktidar bağımlısı medya tüm bu gelişmeleri “demokrasinin zaferi” veya “sivilleşme” şeklinde yorumladı. Askerin artık iyice hizaya getirildiği ve artık Yeni Türkiye’nin yaratıldığı ima edildi.

Ancak askerin bunca aşağılanmasına, hakarete uğramasına rağmen henüz “kesin sonuca” varılamadığı anlaşılıyor.

“Zafer” gibi sunulan Ordu’nun yeni komuta konseyinin belirlenmesinin de iktidarın hızını kesmeyeceğini gösteriyor.

Askere en çok ihtiyaç duyulan PKK terörünün azgınlaşmasına, Suriye’de ne olup biteceğinin bilinmemesine, İran bilmecesinin çözülmemesine rağmen Ordu üzerindeki “harekât” kesilmiyor.

Şimdi hedef tahtasına Kara Kuvvetleri Komutanı Kıvrıkoğlu oturtuldu. İktidar bağımlısı medya “Balyoz sanıklarını kurtarmak için yapılan gizli toplantıları” deşifre! etmekle meşgul artık.

Haberlere göre Kıvrıkoğlu “gizli” toplantılar yaparak tutuklu muvazzaf subayları kurtarmak için operasyonlara hazırlanıyormuş.

Aynı anda bir de yeni belge! atıldı ortaya. Buna göre de komutanlar Başbakan’ın dinlenmesi ve kayıtların medyaya sızdırılmasını istemişler.

Aslına bakarsanız bu belge Donanma Komutanlığı’nın zulasında ortaya çıkmış, piyasaya sürülmesi yeni.

Bu davaların başından beri soruyordum, “Bu kadar darbe planı yapanlar, güç ellerindeyken şimdiki gibi dinlemeler yapmamışlar mı, hep kendileri mi dinlenmiş” diye.

Gerçi ortada hâlâ bir dinleme kaydı yok ama hiç olmazsa “Dinlemek istemişler” haberleri yayıldı artık.

Bütün bu yeni haberlerde garip bir ortak nokta var. Deniyor ki “Yeni Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel’in bunlardan haberi yok.”

Sanki tipik bir “Hilmi Özkök vakası” ile karşı karşıyayız gibi. Ergenekon ve Balyoz olaylarında da dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök bütün olanların dışında tutulmuştu.

Çünkü “en tepedekini de işin içine alırsanız” bu “emir komuta zinciri” demektir ve “cuntalar var” iddiası boşa çıkar.

Gerçi Genelkurmay “Toplantıyı biz istedik” açıklaması yaptı yapmasına da bu açıklama “gizli toplantı” haberi kadar yer almadı malum medyada.

Görüldüğü kadarıyla askere yönelik bu sindirme harekâtı “bizden olanlara sıra gelinceye kadar” sürecek.

*****


Rahatsız edici sorular

Liberal Demokrat Parti Genel Başkanı Cem Toker PKK terörüne karşı hükümetin tutumunu eleştirirken “can alıcı” ve bir o kadar da “rahatsız edici” soru sormuş. Üzerinde bir yorum yapmadan Toker’in sorularını sizlerle paylaşmak istiyorum; Bay Başbakan’ın geçen haftaki demecinden anladık ki, Ramazanın ilk 17 günü “Ramazan ayına hürmeten” PKK terör örgütüne sabır göstermişiz. Madem ana muhalefetten ses yok, bari biz soralım. Seçimlerde nal topluyoruz ama yine de 17 senelik bir partiyiz. İleri demokrasi gereği bu kadar da hakkımız olsun.

1- Terör örgütüne “sabır” nasıl gösterilmiştir? Başbakan orduya istihbarat alsanız da üzerlerine gitmeyin” talimatı mı vermiştir?

Başkomutan Cumhurbaşkanı da Başbakan ile aynı fikirde midir? Askerlerimiz bölgede bir saldırıya uğrarlarsa “aman mübarek Ramazan ayıdır, karşılık vermeyin” mi denmiştir? Sabır gösterdiğimiz dönemde ABD’den istihbarat gelmiş midir? Gelmiş ise gereği yapılmayıp bu istihbarat hasır altı mı edilmiştir? Hasır altı edilmiş ise yetkililer “görevlerini ihmal suçu” işlemiş sayılırlar mı?

2- Basına yansıdığı şekli ile, bir zırhlı aracı imha etmek için 50 kg. C-4 patlayıcıyı gözden çıkartabilen örgütün elinde acaba bu ve benzeri patlayıcılardan kaç kg. mevcuttur? NATO’da herhangi bir ordu tek bir zırhlı aracı imha etmek için 50 kg. patlayıcıyı gözden çıkartabilecek envantere sahip midir?

(Not: Pan American jumbo jetini Kaddafi İskoçya semalarında 250 gram kadar C-4 ile düşürmüştü)

3- Destek uzaydan gelmediğine göre, hükümet bu örgüte teçhizat, sağlık hizmeti, haberleşme, lojistik gibi imkânların hangi ülke sınırlarından sağlandığını biliyor mu? Bu desteğe göz yuman birim Irak Cumhuriyeti sınırları içindeki Kürdistan Bölgesel Kürt Yönetimi olabilir mi? Olabilir ise, Batılıların yaptığı gibi Bay başbakan ve hükümeti “terörü himaye eden ülke” statüsüne alıp, ekonomik, ticari ve askeri yaptırımlar düşünür mü?

4- Örgütün seçimden önce tüm eylemlerini durdurması ve basına yansıyan haberleri bir araya koyunca, toplumda hükümetin örgütün lider kadrosu ile görüşme değil “pazarlık” yaptığı şüphesi kuvvetle ortaya çıkmaktadır. Görüşmeyi anlarız. Her ülke yapar. Ama pazarlık asla kabul edilemez. Pazarlıkta taviz vermek vardır. Hükümet veya devlet (zaten artık bir farkı kalmadı) örgütle seçim öncesi pazarlık yapmış mıdır? Yapmış ise böyle bir pazarlık yasalarımıza aykırı değil midir? Sorumluları hakkında soruşturma açılması gerekmez mi?

5- Türk Ordusu’nu hedef alarak, yüzlerce askerimizi şehit eden, ülke topraklarını bölmeye kararlı örgüte hâlâ terör örgütü demek ne kadar doğrudur? Bu örgüt ile pazarlık yapılmış ise, pazarlığa izin veren ve göz yuman yetkililer için düşman ile işbirliği ve vatana ihanet söz konusu mudur?

6- Bu soruların yanıtlarını öğrenmek, ileri demokrasi gereği Türk Milleti’nin hakkı mıdır, değil midir?

*****


Amiral’den ibretlik sözler

Balyoz Davası sanıklarından Tümamiral Semih Çetin geçen hafta savunmasını yaptı. Savunmayı daha sonra okudum.

Tümamiral Çetin, diğer Balyoz sanıkları gibi kendilerine sunulan tüm belgelerin sahte olduğunu kanıtlıyor. Mahkemenin yanlı davrandığını, hukuk kurallarına uymadığını, sanıklar lehine olabilecek hiçbir kanıta değer vermediğini, sahteliği kanıtlanmış belgelerle ilgili hiçbir işlem yapılmadığını söylüyor.

Ancak tümamiral Çetin’in söylediği bir cümle var ki, hem insanın içini çok acıtıyor hem de çok şaşırtıyor. O sırada mahkeme heyetinin ne düşündüğünü daha doğrusu ne hissettiğini gerçekten çok merak ediyorum.

Çetin savunmasında aynen şunu söylüyor: “15 yıl önce Yunanistan’ı savaşın eşiğine getiren bir kriz döneminde gemimizle Kardak bölgesinde görev yaparken çok yanımıza sokulan Yunan gemilerindeki subaylarda gördüğüm nefreti hiç unutamadım. Ama bu olaydan yıllar sonra soğuk bir şubat gecesi Beşiktaş Adliyesi’ndeki gözlerde bundan çok daha fazla nefret göreceğimi hiç aklıma getirmemiştim.”

Bir Türk subayına bu duyguları yaşatmak güzel bir şey mi?

*****


Başbakan, Dolmabahçe’deki ofisine giderken konvoyunu emniyet şeridinde durdurup İran Cumhurbaşkanı ile telefon görüşmesi yapmış. Konu Suriye ve bölgesel sorunlar, telefondaki de Ahmedinejad olunca haliyle “emniyet şeridi”nde görüşmek gerekir!

(Gani Yıldız)

DİĞER YENİ YAZILAR