Hepinizin Kurban Bayramı’nı kutlarım

Haberin Devamı

Beslediğin kurbanı kesmek daha makbul

Kurban Bayramı’ndan çok önce başladı kampanyalar biliyorsunuz. Bazı yardım ve hayır kurumları kurban kesmek isteyenlere çağrıda bulundular. “Sizin adınıza kurbanı biz keselim” dediler.

Birçok kişi de kurban kesmek yerine bu kurumlara belli bir bağış yaptı.

Bu tabii çağımız koşullarının yarattığı bir durum. Özellikle büyük kentlerde kurban kesmek isteyenler artık zorluklarla karşılaşıyor. Kurban satın almak, sonra bunu kesim yerine götürmek, etini dağıtmak o kadar kolay değil.
Tabii birçok kişi bayram sabahı hemen kesim yerlerinin yanında kurulan pazarlardan bir kurban alıp kesim işini de o anda bitiriyor. Çoğu kesilen kurbanın etini bile görmüyor çünkü o etler de belli hayır kurumlarına bağışlanıyor.
Bunların hiçbirine karşı çıkmıyorum ve çıkamam.
Ama ister istemez de soruyorum. Bu yöntemler kurbanın anlamını yansıtıyor mu?

Örneğin şu soru önemli: “Kurban nedir?” Kurban, çok sevdiğimiz, değer verdiğimiz bir şeyi, inandığımız kutsal bir varlığa armağan etmektir. İnancımız uğruna sevdiğimiz bir varlığın ilahi güce sunulmasıdır. Ki o sunduğumuz varlık bir daha asla geri gelmeyecektir.

Hazreti İbrahim oğlunu Allah’a kurban etmek istemişti. Allah’a inancı o kadar yüksekti ki canından kanından olan oğlunu kurban olarak sunmaktan çekinmemişti.

Zaten yüce yaradan da Hazreti İbrahim’e kurban etmesi için bir koç göndermiş ve “İmanını oğlunu kurban ederek göstermene gerek yok” demişti.

Eskiden kurbanlıklar bayramdan birkaç gün önce alınırdı. Tabii kurbanlığa bakacak şartlarda evi olanlar için. Kurbanlık eve gelince bütün ev halkı ona bakmak, beslemek, suyunu içirmek için seferber olurdu.

Birkaç günlüğüne de olsa kurbanlıkla ev halkı arasında bir bağ oluşurdu. Sonra bayram gelir ve o kurban kesilirdi. Elbette başta çocuklar olmak üzere herkesi bir üzüntü ve hüzün sarardı. Buna karşın kurban da kurban olurdu. Çünkü kurbanla birlikte herkesin de herkesin de bir parçası giderdi.

Bu açıdan bakınca şimdi hiç görmeden kestirilen kurbanlar gerçekten kurban sayılır mı diye düşünmeden edemiyorum.
Elbette sonuçta yapılan bir yardımdır, pek çok fakirin evine bu sayede et girmektedir ve vicdanlar da rahatlamaktadır.
Dini açıdan belki daha makbul olmak kavramını kullanabiliriz eskisi için.

*****

Bayram için bir demet Bektaşi fıkrası

Bugün bayramın ilk günü. Gelin hep birlikte biraz gülelim. Sizler için çeşitli kaynaklardan bir demet Bektaşi fıkrası seçtim. Bektaşi fıkraları dinimizdeki hoşgörünün en güzel örnekleridir bana göre. Yüzlerce yılın birikimidir bu fıkralar. Dini bir baskı aracı olarak kullanmak isteyenlere karşı verilmiş çok ince cevaplardır aynı zamanda. Günümüzde dini sözde bir “özgürlük” ve “demokrasi” adına kullanmaya kalkanlar Bektaşi fıkralarındaki enginliği, yaradana olan yakınlığı anlayamazlar elbette.
Haydi gelin bayramın ilk gününü gülümseyerek sürdürelim...

***

Aracı

Bektaşi’nin biri her gün kasabada ‘Her şey Allah’tan’, ‘Her şey Allah’tan’ diye mırıldanarak dolaşır dururmuş. Bir gün kasabanın serseri delikanlılarından biri yine böyle mırıldanarak dolaşmakta olan Bektaşi’ye arkasından sessizce yaklaşmış, ensesine okkalı bir şaplak atmış. Canı fena halde yanan Bektaşi’nin pür hiddet dönüp kendisine ters ters baktığını görünce; “Öyle ne bakıyorsun baba erenler” demiş, “Hani her şey Allah’tandı?” Bektaşi “Tabii” demiş, “Her şey Allah’tan da ben hangi deyyusu aracı ettiğine bakıyorum.”

*****

Sirke-şarap

Şarap yapmak yasaklanmış; sıkı bir kontrolle, şarap yapan yakalandığında kellesi vuruluyormuş. Bağ bozumu vakti geldiğinde, Bektaşi üzümlerin suyunu küplere doldurmuş. Durumdan haberdar olan hükümdar, Bektaşi’nin küpleri başına geldiğinde, hiddetle sormuş: “Üzüm suyu küplere ne için dolduruldu?” Bektaşi, yakalanmışlığının telaşı ile cevap vermiş: “Dolduruyorum ki, orada sirke olsun.” Hükümdar, biraz yumuşayarak yeniden sormuş: “Sirke dersin ama, ya şarap olursa?” Hükümdarın yumuşadığını gören Bektaşi, “Orasını Allah bilir” demiş.

***

Peşin namaz

Hoca ile Bektaşi birlikte yola çıkmışlar, bir süre sonra hoca: “Namaz saati” demiş, başlamış kılmaya. Rekat üstüne rekat, selam üstüne selam. Bektaşi’nin beklemekten canı sıkılmış, hoca namazı bitirince sormuş “Yahu bu ne uzun namaz böyle?” Hoca “Kazaya kalmış namazlarım vardı, onları da kıldım” demiş. Yola koyulmuşlar, bir müddet sonra mola verdiklerinde bu kez namaz kılmak için Bektaşi müsaade istemiş ve başlamış namaza. Ama ne namaz, bitmiyor! Sonunda hoca dayanamamış “Erenler, senin namaz da uzun sürdü.” Erenler cevaplamış “Önümüzdeki haftanın namazlarını kıldım.” Hoca şaşırmış “Yahu olur mu böyle şey?” Bektaşi gülmüş: “Yukarıdaki senin veresiyeni kabul ediyor da, benim peşinimi niye kabul etmesin?”

***

Bayramlarda

Zaptiyebaşı yolda çakırkeyif rastladığı Bektaşi’yi çevirmiş ve kükremiş: “Söyle bre zındık, namaz vakti cami mihrabında secdeye vardığın olur mu?” Erenler çok hızlı ve çok vurgulu bir biçimde cevaplamış: “Her bayram, her bayram.” Zaptiyebaşı bu kez “Peki ey kafir, şarap zıkkımlanır mısın?” diye sormuş. Bektaşi suç üstü yakalanmış olmasının ürkekliği ve yalana başvurmanın faydasının olmadığının farkına vararak, eliyle küçümseme işareti yaparak yanıt vermiş: “Eh, akşamdaaaaan akşama.”

***

Hangi öküz?

Bektaşi iki öküzüyle tarlasını sürermiş; kırmızı öküz az yem yiyip, çok çalışırmış; sarı öküz lanet mi lanetmiş!.. Hem çok yermiş, hem tembelmiş!.. Bir gün öfkelenmiş Bektaşi: “Ey Allahım” demiş, “Şu sarı öküzün canını al da kurtulayım.” Baba erenler ertesi sabah ahıra girince ne görsün, kırmızı öküz sizlere ömür, lanet sarı capcanlı. Dışarıdan bir çocuk çağırmış Bektaşi, öküzleri göstermiş: “Ulan” demiş, “Bunların hangisi sarı, hangisi kırmızı?” Çocuk göstermiş: “Bu sarı, bu kırmızı.” Bektaşi gözlerini göğe çevirmiş: “İmanım” demiş, “Bacak kadar çocuk renkleri biliyor da, sen ayıramıyor musun?”

***

İtibar

Softanın biri Bektaşi’nin önüne geçip “Ey Erenler; iyisin, hoşsun, ilim irfan sahibisin; bir de oruç tutup, namaz kılsan, bizim nazarımızda da itibarın olur o zaman” demiş. Bektaşi gülümseyerek “Sizin nazarınızda itibar kazanmak için, Tanrı önündeki itibarımı zedeleyemem ki” cevabını vermiş.

***

Kayık küçük

Bektaşi kiraladığı kayık ile Eminönü’nden Üsküdar’a giderken, deniz dalgalanmaya, kayık sallanmaya başlamış. Dalgaların, büyük bir fırtınanın başlangıcı olduğunu sezen Bektaşi’nin telaşlandığını gören kayıkçı “Ne korkuyorsun yolcu? Korkma. Allah büyüktür” diyerek Bektaşi’yi sakinleştirmek istemiş. Kayıkçının bu sözüne içerleyen Bektaşi şu yanıtı vermiş: “Allah büyüktür amma, kayık küçük!”

DİĞER YENİ YAZILAR