Nihayet bir turizm bakanı Türkiye’nin imajına el attı

Haberin Devamı

Mesleğe başlayalı 30 yılı, günlük gazete yazarlığım ise 20 yılı aştı. Bu yazı döneminde hemen her turizm bakanı ile konuştuğum konuların başında “Türkiye imajı için ciddi, bilimsel ve kalıcı” bir strateji saptanması geliyordu.

Kimi durumu kavramadı, kimi bunu becerecek fikirleri ve kişileri bulamadı, kiminin zamanı yetmedi, kimi ise umarsamadı bile.

İlk kez bir Turizm Bakanı, Ertuğrul Günay, Türkiye’nin tanıtımında yanlışlıklar yapıldığını vurgulayarak yeni bir hamle için harekete geçti.

Tatil köylerine gidenler bilir. Her gece eğlence yapılır, animasyonlar düzenlenir. Genellikle bu tatil köylerinde haftanın bir günü “Türk gecesi” olarak belirlenir.

Nedir bu Türk gecesi? Hesapta tatil köyüne gelen yabancı turistlere Türkiye’nin güzelliklerini göstermek, geleneklerinden örnekler sunmak, onları Türk damak tadı ile tanıştırmak; geçmişin kılık kıyafetleriyle yaşam biçimini dramatize etmek amaçlanır.

Ama yapılan şudur: Akdeniz sahillerinde bolca görülen devecilerden biri çağrılır. Yanına en ucuz kumaştan yapılmış ve hangi yöreye ait olduğu belli olmayan, beyaz şalvar, gömlek, sarı çizgili kırmızı yelek, süslü düz ayakkabıdan oluşan kostüm giymiş kızlar konulur.

Erkekler ise Zeki Müren’in “Kâtibim” filmindeki kıyafetler içinde, başlarında kırmızı feslerle gezinir.

Ortaya bir çadır kurulur, içine çevrede yaşayan köylü kadınlardan hamur açmasını bilenler oturtulur, onlar da gözleme yaparlar. Hemen yanında adamın biri kan ter içinde kalmış biçimde “çiğ köfte” yoğurmaya çalışır, teri etin içine aka aka.

Sonra da bir dansöz fırlar ortalık yere, bir iki göbek attıktan sonra başlar yaşlı yabancı turistlerin önünde gerdan kırıp bahşiş istemeye.

Alın size Türk gecesi.

İyi de bunun neresi Türk. Örneğin Türk gecelerinde neden hep “deve” vardır? Deve çöl hayvanıdır ve Arabistan’da çok kullanılır. Bin yıl Anadolu’da yaşayan Türkler de elbette deve kullanmışlardır zaman zaman ama bunun simge olması mümkün değildir.

Sonra fesler, şalvarlar, çiğ köfteler, dansözler. Onların da Türk kültürü veya geçmişiyle “simge” olacak kadar bağlantısı yok.

Tatil köyleri dedim ama, aslında turizm alanında Türkiye’nin tanıtımı deyince akla başka bir şey gelmiyor. New York’taki Türk günlerinde de manzara aşağı yukarı böyle, ona bir de mehter takılıyor ki, belki hak eden bir tek o var.

Nihayet Ertuğrul Günay, aynı bu tespitleri yaparak “Yeter artık” dedi ve kolları sıvadı. Umarım sözünü yerine getirebilir, özellikle turizm alanındaki yerleşmiş ve tabulaşmış “Türk imajı”nı değiştirmekte başarılı olur.

*****

Otoparkta kredi kartı geçmez mi?

Tatil sırasında bir günlüğüne İstanbul’a gelmem gerekti. O sırada bulunduğum yere en yakın havaalanı İzmir’de. Önce İzmir’e gittim, arabamı havaalanına park ettim ve İstanbul’a uçtum. Bir gün sonra tekrar geri döndüm. Alandaki otoparktan arabamı aldım. Gün olarak belki bir gün ama saat hesabıyla bakınca bir buçuk günü geçiyor. Park parası 30 küsur lira bir şeydi.

Nakit para harcamamak için kredi kartı verdim, görevli “Burada geçmez” demesin mi? Ben de “İyi de kardeşim, yurt dışına gidip gelmiş olabilirim, yanımda hiç Türk parası olmayabilir, ayrıca belki hiç para taşımıyorum, ne olacak o zaman?” dedim. Görevli “Yapacak bir şeyi olmadığını” anlatan, ama “haklısınız” diyen bir ifadeyle başını eğmekle yetindi.

Neredeyse dilencilerin bile kredi kartı kullandığı bir dönemde uluslararası bir havaalanı otoparkında kredi kartı geçmemesi ayıp. Hayır çok ucuz olsa, neyse.

*****

O çocuklara yazık olmaz mı?

Kürt açılımı konusunda fikir ileri sürenlerin bir bölümü “ana dilde eğitim” konusuna çok vurguluyorlar. Herkesin kendi ana dilinde eğitim almasının bir hak olduğunu söyleyenlerin düşünmediği birkaç nokta var. Bir kere eğer eğitim verilecekse “hangi Kürtçe” olacak bu? Çünkü bölgelere göre Kürtçe çok farklı konuşuluyor.

Ama bunu geçelim, deyin ki temel eğitim Kürtçe verildi. Çocuklar okullardaki tüm bilgileri Kürtçe aldılar. Sonra ne olacak?

Bu çocuklar sadece bulundukları bölgede kalmaya mı mahkûm edilecekler? Bugün Kürt kökenli bütün vatandaşlar Türkiye’nin istedikleri yerine gidip yerleşebilir, iş kurabilir, eğitim alabilir, çalışabilir.

Ama eğer siz bundan sonra çocuklara sadece Kürtçe öğretir ve eğitimi de bu dille yaparsanız, çocuklar ülkenin neresine gidebilecek, nerede iş bulabilecek?

Kürtlerin de kimlikleri, kültürleri ve hakları konusunda uğraş vermekle “Kürt milliyetçiliği” yapmak arasındaki ince çizgiyi fark edemeyenler sanıyorum savunduklarını söyledikleri kitlelere de haksızlık ediyorlar.

Stratejilerde yapılacak hatalar, bugün popülist yaklaşımlarla Kürt halkına sempatik gösterilebilir. Ama 20 yıl sonra yaşanacak facia Kürt halkı için asıl büyük yıkım olacaktır.

Kimileri iyi niyetli, kimileri Türkiye’yi sürekli sıkıntılar altında tutmak isteyenlerin “Kürtçe” ile bu kadar oynamaları, ısrarla bu yöndeki taleplerle kamuoyunun önüne çıkmaları akılcı olmadığı kadar sosyolojiye de aykırı.

*****

Jeton gişesi

Kendim de gördüm bazı şikâyetler de aldım. Yazacaktım ama bir okurum çok güzel anlatmış. Ondan okuyalım:

“Can Bey merhaba, İstanbul’u sadece başka bir şehre veya ülkeye geçerken kullanan biri olarak geçen gün bir ‘yabancı’ için şaşırtıcı ama maalesef belki de İstanbulluların ‘alıştırılmış’ olduğu bir durumla karşılaştım.

Esenler terminalinden havaalanına hafif metro jetonu almak için gişeye gittiğimde, ‘Jeton ileride Konyalı’da satılmaktadır’ yazısı ile karşılaştım. Koskoca İstanbul Belediyesi kendi raylı sisteminin jetonunu satmaktan bile aciz mi? Dünyanın hiçbir yerinde metro jetonunun kebapçıda satıldığını görmedim.

İşin garip tarafı, Konyalı denilen yerde jeton satan adamın çember sakallı, takkeli ve şalvarlı olmasıydı. Böyle bir belediye hizmeti almaya mecbur bırakılmayı kaldıramadığımdan da taksiyle gittim alana.” (G.M.)

DİĞER YENİ YAZILAR