Berlin Duvarı’nın yıkılışı gibi

Haberin Devamı

İşçiler, emekçiler, çalışanlar 32 yıl aradan sonra dün ilk kez sınırlı sayıda da olsa Taksim alanına çıkmayı başardı. Korkulan olmadı, dünya yıkılmadı. Ama askeri darbeden kalma bir inadın sürdürülmesi nedeniyle Taksim’e çıkış izni geç verilince ne yazık ki ortalık goşistlere ve vandalistlere kaldı.

Berlin Duvarı, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Doğu ve Batı blokları arasında başlayan soğuk savaş döneminde, Doğu Almanya’da yaşayanların Batı’ya kaçmalarını önlemek için 1961 yılında yapılmıştı.

Duvar aradan 28 yıl geçtikten ve Doğu rejimi çökmeye başladıktan sonra 9 Kasım 1989’da yüz binlerce kişinin iki taraftan aynı anda çekiçlerle vurmasıyla yıkılmıştı. Gediklerin açılmasıyla birlikte on binlerce kişi karşılıklı olarak duvarı aşmıştı.

Dün öğle saatlerinde polisin Taksim’e Elmadağ tarafından girişleri engelleyen barikatları kaldırmasıyla birlikte tıpkı 1989 Berlin’ini andıran bir görüntüyle karşılaştık.

Aynı ayda binlerce kişi sevinç çığlıkları içinde Taksim alanına doluşmaya başladı. Bu demokrasimiz ve özgürlüklerimiz açısından gerçekten tarihi bir andı. İktidarın askeri yasak arkasına sığınarak yıllardır sürdürdüğü inat bitmişti artık.

Tabii Berlin Duvarı 28 yıl sonra yıkılırken Taksim tabusu için 32 yıl beklemek zorunda kalınmasını gözardı ederseniz.

Aslına bakarsanız Taksim tabusu iktidarların bir güç gösterisi olarak geçti yıllardır. Bu konuyu en sert biçimde kullanan ise AKP iktidarıydı. Kitlesel bir gösterinin Türkiye’nin en önemli ve en merkezi alanında yapılmasından rahatsızlık duyan AKP iktidarı ısrarla askeri yasağın arkasına saklandı.

Oysa, eğer dün bu inatta ısrar edilmeseydi ve zamanında alan sendikaların örgütlü kullanımına açılsaydı, diğer yerlerde meydana gelen olayların da hiçbiri gerçekleşemezdi. Çünkü işçinin örgütlü gücü polise bile gerek bırakmadan bu anarşist, goşist ve vandalist maceraperestleri püskürtürdü.

Oysa amaç 1 Mayıs’ı değil de Taksim’e çıkışı engellemek olunca bu gruplara gün doğdu. Ara sokaklarda diledikleri gibi at koşturdular, geniş bir bölgeyi adeta esir alarak İstanbul’a bir kâbus yaşattılar.


***



Başbakan’ı kim ikna etti?

Kimse kendisini kandırmasın, Taksim’de miting yapılmasına ısrarla izin vermeyen kişi bizzat Başbakan Erdoğan’dır. Alanın güvenlik gerekçesiyle kitle gösterilerine açılmaması kararı bu işin şekli kısmıdır. Eğer Başbakan talimat verseydi alan mitinge açılabilirdi.

Bu nedenle bütün şimşekleri üzerine çeken İstanbul Valisi’nin bu işte bir günahı yoktur. Başbakan “Kesinlikle izin vermeyeceksin” dediği için Vali’nin yapacak bir şeyi olmadı.

O da “gülünç olma pahasına” bir takım provokasyon istihbaratlarının arkasına sığınmak zorunda kaldı. Sonuçta Taksim saatlerce “kutsal bir emanet” gibi korundu ama, diğer her taraf provokasyonlara açıktı.

Ancak görünen o ki, saatler ilerledikçe ve pazarlıklar sürdükçe durum değişti. Başbakan gelişmelerden sürekli haberder edildi. Ve sonuçta belli ki araya giren hatırlı ve güvenilir kişiler Başbakan’dan alanın açılmasını istediler. Başbakan da çaresiz kalarak valiye “Alanı açın” talimatı verdi.


***



Medyanın sorumluluğu

Bostancı’daki olayda medyayı sorumsuzlukla suçlamaya kalkanlar dünkü olaylarda ne düşündüler acaba?

Sıkılan tazyikli suların, atılan gaz bombalarının altında kalan pek çok arkadaşımız gün boyu canlı yayın yaparak “kahramanlık” gösterdiler. Çoğu kez can güvenliklerini de tehlikeye atan arkadaşlarımız böyle önemli bir günü bütün sıcaklığı ile kamuoyuna duyurmak için canla başla çalıştılar.

Özellikle en kritik anlarda bile kameralarını kıpırdatmayan, yanına düşen gaz bombasının etkisine rağmen nefes nefese ve hatta gözleri görmeden konuşmaya devam eden tüm arkadaşlarımızı yürekten kutlamak istiyorum.

Bostancı olayında polisin çaresizliğini ve beceriksizliğini örtmek için suçlanan tüm arkadaşlarımız dün herhalde bunları söyleyenlere en güzel cevabı da vermiş oldular.

Kamuoyu cansiperane çalışan medya mensupları sayesinde her şeyi anı anına izledi ve tüm gerçeği de öğrendi. Bizim için bundan daha mutluluk verici bir şey olabilir mi?


***



Güvenlik zaafı

İstanbul’daki 1 Mayıs olaylarını büyük ölçüde TV ekranlarından zaman zaman da bazı noktalardan izleme şansı buldum. Goşist, anarşist, vandalist gruplar Taksim’e yönelen tüm ara sokaklarda olay çıkardılar.

Ancak gözlediğim kadarıyla bu olaylarda çok ciddi güvenlik zaafları vardı. Polis sayısı çoktu çok olmasına ama güvenlik hep tek taraflı alınmıştı. Amaç Taksim’e ya da Taksim’e giden yollara göstericileri çıkarmamaktı.

Böyle olunca, göstericiler ana caddelerin ucuna kadar geldiler, polis gaz bombası ve su kullanarak grupları püskürttü. 10 dakika sonra aynı göstericiler tekrar aynı yere geldiler.

Polis kalabalığı dağıtmak ya da sararak etkisiz hale getirmek yerine hep geri itmeye çalıştı. Bu durumda ana caddeler “sakin” gibi göründü, Taksim sütlimandı. Amaç bu muydu? Devlet, Taksim’e ya da buraya giden yollara insan çıkarmayınca görevini yapmış mı oluyordu?

İstanbul Valisi ve Emniyet Müdürü yarın yine kameraların karşısına geçerek “çok başarılı” önlemler aldıklarını açıklayabilir.

Ama dünkü görüntüler bana Hollywood’un western filmlerini anımsattı. Kimsenin sokulmadığı cadde ve alanlar dekor gibiydi, arkası ise bir felaket.


***



AKP’nin çifte standardı

1 Mayıs, Taksim’de üç ayrı törenle kutlandı. Ama ilk ikisi tamamen iktidar güdümünde ve bir müsamere havasındaydı. Türk-İş ve Hak-İş yanlarına AKP milletvekillerini alarak, Dolmabahçe tarafından Taksim’e girdiler, kısa süren bir anma ve kutlama töreni yaptıktan sonra çıkıp gittiler.

Sadece Hak-İş Başkanı Salim Uslu alanda kaldı, televizyonların neredeyse hepsini dolaşarak konuştu. Taksim’de 32 yıl önce yaşanan acı olayı Ergenekon’a bağlayarak sözde demokrasi ve özgürlük nutukları attı. Biraz ayıp oldu.

AKP’nin ise bir yandan Taksim yasağını savunurken, ‘sembolik’ adı altında kendilerine yakın sendikalarla birlikte olmaları da aynı şekilde ayıptı.

Alana farklı bir noktadan gidip, goşist grupların gösterilerinden de uzakta kalarak “efendi” işçi, “devlete saygılı” işçi profili çizmeye çalıştılar. Böylelikle diğer tüm olaylar da DİSK ve KESK’e maledilmiş gibi oldu.

Böyle önemli bir günde AKP milletvekillerinin sözde demokrasi ve özgürlükler adına sadece iktidara yakın sendikalarla birlikte olması çifte standardın çirkin bir örneği oldu.

DİĞER YENİ YAZILAR