Türban formülü

Haberin Devamı

Geçen gün de yazdım ama kimse üstüne alınmadı. Yine aynı yönde ve hiçbir “çözüm” önermeyen “aksi inkar edilemeyecek” buna karşın “içi boş” görüşler peşisıra yazılıyor. Bu nedenle bizzat isim vererek yazmak istiyorum.

Sevgili Ertuğrul Özkök; size hitaben yazıyorum ama sözüm sizin gibi aslında iyi niyetli herkese. Sevgili Özkök, öncelikle söyleyeyim ki, Meclis’in türbanı serbest bırakacağını düşündüğü Anayasa değişiklikleri ile ilgili en güzel manşeti Hürriyet gazetesi attı. “411 el kaos için kalktı” tarihe geçecek mükemmellikteydi. Tayyip Bey ve kurmayları istediği kadar kızsın, sizin dün de yazdığınız gibi gerçek budur.

Ama sevgili Özkök, ısrarla diyorsunuz ki “Ben üniversitelerde türbanın serbest bırakılmasından yanayım, bunun çözümü için uzlaşma zemini bulunacağına inanıyorum.” İyi güzel de sevgili dostum bir kere de şu uzlaşma yöntemini yazsanız da hepimizin yüreği ferahlasa.

Nasıl bir uzlaşma olacak? Bu uzlaşmadan kastınız türbanın serbest bırakılması mıdır? Eğer türban bırakılacaksa bunun yöntemi nasıl olacak?

Sizin “çözüm” yönteminizde değişen ne olacak? Bunları yazmadığınız sürece iyi niyetli girişimleriniz havada kalacaktır. Çünkü açıkçası türban tamamen serbest bırakılacaksa bugün gelinen nokta işte bunu sağlıyor zaten, yani hem “üniversitede türbandan yanayım” demek hem de bugünkü durumdan rahatsızlık duymak biraz garip oluyor.

Öyle sanıyorum ki çok küçük bir kesimin intikam duyguları ile Cumhuriyetin kuruluş ilkelerini ve felsefesini yerle bir etmek istediklerini aslında siz de biliyorsunuz. Ama siz de aynı hataya düşerek olaya sosyolojik ve duygusal açıdan bakarak kendi liberal görüşünüz altında kalıyorsunuz. Keşke aslında bu dayatmaların inanç ya da özgürlüklerle ilgili olmadığı yolunda olduğunu sandığım görüşlerinizi daha bir cesaretle yazabilseniz. Siz ve diğerleri elbette. Sevgilerimi sunarım.

*****

Mecbur olmadan

Temel 20 senedir Almanya’da yaşıyormuş. Bir gün göçmen bürosuna gidip Almanya’dan kesin donüş yapacağını söylemiş.

Sormuşlar “Niye dönüyorsun?” diye.

Temel “homoseksüeller yüzünden” demiş.

Bürodakiler şaşırmış “Seni rahatsız filan ediyorlarsa hemen bir şikayette bulun, gereğini yaparız. Buradan bu yüzden ayrılmana değmez” demişler.

Temel “Beni rahatsız etmiyorlar” demiş.

Bürodakiler yine şaşırmış: “Peki neden gidiyorsun?”

Temel cevaplamış: “Burada 20 yıl önce homoseksüellik yasaktı, 10 yıl önce serbest oldu, 5 yıl önce de evlenmelerine izin verildi. Homoseksüellik MECBUR olmadan dönmek istiyorum” Günümüze uyan bölümü de şu: Türkiye’de de 30 yıl önce türban diye bir şey yoktu, 20 yıl önce takmaya başladılar, şimdi serbest oluyor, MECBUR olmadan biz de bir çare üretmekzorundayız.

*****

Bu gece 32.Gün’deyim 28 Şubat’ı ve bugüne yansımalarını öğrencilerle Konuşacağız

*****

Herkes düşüncelerinde yanılabilir. Ama aptallar bir türlü yanıldıklarını anlayamazlar.

Çiçero

*****

İmam nikahı da bir tür türban mı?

Peşinen söyleyeyim. Türkiye Cumhuriyeti kanunlarına göre resmi nikahı yaptıktan sonra bir de imam nikahı kıydıranlar bu yazıdan sakın alınmasınlar. Çünkü onların bu yazıyla hiçbir ilgileri yok. Ancak Bel-Pa olayının bir kere daha ortaya çıkardığı gerçek var. Adam evli ama resmi nikahı yok. Bununla kalmıyor, adamın bir de sevgilisi var. O da imam nikahlı. Peki bu nasıl iş? Medeni kanun açısından ortada bir suç var. Ama bu arkadaşlar yaptıklarını “inançlarının gereği” gibi sunmaya çalışıyorlar. Baksanıza Bel-Pa’nın istifa eden genel müdürü “Bu ailevi bir sorun, medyanın bu kadar kurcalaması yanlış” diyebiliyor. Nasıl yani? Gayrı meşru ilişkiyi “imam nikahı” adı altında adeta türbana sokacaksınız sonra da buna aile meselesi diyeceksiniz. Açık söyleyeyim, bu tipler dine karşı da suç işliyorlar. Günaha giriyorlar. Birkaç kadınla evlilik yapmak İslamiyet’in ilk yıllarında bir zorunluluk olarak ortaya çıkmıştı. Ama günümüzde bunun adı başka bir şeydir. Dini, ahlaki zaaflarına türban yapmaya çalışanların bu maskesinin de düşmesi gerek.

*****

Tuzla’daki insanlık dramı

Günlerdir medyada Tuzla Tersaneleri’nde iş kazası geçirerek can veren işçilerin dramı anlatılıyor. Bunları öğrendikçe nasıl bir insanlık ayıbının yaşadığını da görüyoruz.

Tersane patronlarının ihmalleri, insana değer vermemeleri, aşırı kazanç hırsları bir yana, geçinmek için ölümü göze alan insanların çaresizliği öte yanda.

Adam aslında vasıfsız. Hiçbir şey bilmiyor. Tıpkı sıradan bir amele gibi tersanede çalışmaya başlıyor. Ama aldığı para akşam yemeğini bile çıkarmıyor. Tek çaresi fazla mesai yapmak. Bu patronun da işine geliyor. Çünkü aksi takdirde bir vardiya daha yapması gerek. Bu da çalıştırdığı kadar işçi, bir o kadar maaş, vergi ve sigorta demek.

Fazla mesai yapan işçi, aşırı yoruluyor, zaten işi de pek bilmediği için dikkat dağılması sonucu hata yapıyor. Sonuç ya bir daha asla çalışamayacak derecede hasar görmek ya da ölmek. 21. yüzyıl Türkiye’sinden bir insanlık ayıbı işte.

*****

Sinan Aygün: 35 bin kişiye hemen iş bulurum, ama...

Ankara’da Sinan Aygün’le sohbet ediyoruz yemekte. Az sonra Salih Kapusuz da katılıyor bize. İster istemez ekonomiden, siyasetten konuşuyoruz.

İşsizlik günün en önemli konusu. Sinan Aygün diyor ki “Şu anda Ankara’da 35 bin kişiye iş imkanı yaratabilirim ama elimizde kalifiye eleman yok.”

İşte sorun burada. İşsizlik had safhada ama kimsenin elinde meslek yok. “Her işi yaparım abi” dönemi de artık çok geride kaldı. Peki neden böyle? Hem Aygün hem Kapusuz aynı noktada buluşuyor. “Meslek eğitimi yok edildi.”

Salih Kapusuz’un bakış açısı farklı. İmam Hatip Okulları’ndan mezun olanların üniversiteye gitmelerini önlemek için meslek eğitiminin bitirildiğini savunuyor. Doğruluk payı var mı? Bana göre biraz var ama sorun bundan kaynaklanmıyor. Çünkü İmam Hatip olayını siyasal İslamcılar ısrarlı biçimde gündemde tutuyor. Diğer mesleki eğitimlerin ölmesi pahasına İmam Hatip dayatması yapıyorlar. Yani o kadar da şikayete hakları yok.

DİĞER YENİ YAZILAR