Nâzım Hikmet ve Vakfı

Nazım Hikmet’in neler çektiğini, sırf şiir yazdığı, devleti yönetenlerden farklı düşündüğü için başına neler geldiğini, uzun uzun anlatmayacağım. Sadece sürekli izlendiğini, her fırsatta hapse atıldığını ve yine her fırsatta hayata geri döndüğünü ve en sonunda da 48 yaşında askere çağrıldığını söyleyeceğim. Yani “kibarca öl” dendiğini ve onun da ülkeden kaçmak zorunda bırakıldığını. Anadolu’da bir çınar ağacının altına gömülmek istediğini vasiyet etmesine rağmen “vatan haini” sayıldığı için mezarının Moskova’da kaldığını. Yani Nazım’ın sadece yaşayanların değil ölüler dünyasının da en büyük mültecisi olduğunu.

İşin kötü yanı, Türkçeyi zirveye taşımış bu şaire yönelik vefasızlığımız bitmiyor. Bu hafta Nazım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı‘na “burayı boşaltın” denmiş. Oysa vakıf, 20 yıldır Hrisovergi Apartmanı‘nının kiracısıydı. Elbette, ev sahibi istediği an, “sözleşmemiz bitti, çıkın” diyebilir. Mal da onun, mülk de! Kim karışabilir? Ama bu binanın 116 yıllık oluşu, söz konusu vakfın Nâzım’ın adını taşıması, buranın yıkılıp yerine AVM yapılacağı iddiaları ve bina sahibi Balıklı Rum Hastanesi Vakfı’nın bu iddialara kısaca “Hayır AVM değil, otel yapılacak” diye cevap vermesi de insanı incitmiyor değil. Çünkü bir şehir sadece bina sahiplerinin değil, içinde yaşayanlarındır da. Bunu bir vakfın daha iyi biliyor olması gerekir diye düşünüyorum. Çünkü Balıklı Rum Hastanesi Vakfı da bu şehrin değerlerindendir, sadece bir mülk ya da hastane değil. Bir penceresine bile göz konsa karşı durmamız gereken. Ancak tüm bunları bir kenara bakıp meseleye en katı haliyle “yasal ya da değil” diye bakarsak sonunda vara vara “Almanya’dan oğlum geldi, evi boşaltın” diyaloguna varırız.

Haberin Devamı

İKİ KAFE, İKİ YAKLAŞIM

Kafka Kafe’deyim. Arkadaşımı bekliyorum. Manzara şahane, arkadaşım gelene kadar bir çay içmek istedim. Mönüye baktım, var. Garsona söyledim, “çayımız yok, ama kahve çeşitlerimiz var” dedi. Belli ki, “çayı kahve karşısında küçümseyen kafelerden bu da” diye iç geçirdim. Neyse ki arkadaşım geldi, siparişleri verdik. Yemekten sonra “hadi bir kahve içelim” dedik, o da ne? Türk kahvesi dışında kahve vermiyorlarmış. Bu arada diğer masalara da kahve servisi yapılıyor. Doğal olarak kafamız iyice karıştı. Çünkü istediklerimiz mönüde olmasına rağmen hem yok deniyor, hem de başka masalara servis yapılıyordu. Sonunda anladık ki, bir çay- kahve içilip kalkılmaması için tuhaf tedbirler koymuşlar. Ne yazık ki, pek çok kafe bunu yapıyor ve çok da itici oluyorlar. Oysa daha geçen hafta Roma’daydım. Piazza Navona Meydanı‘nda bir kafeye oturduk. Burası dünyanın en ünlü meydanlarından biri. Yani her metre karesi para! Bir kafeye “Tokuz, sadece bir şeyler içmek istiyoruz” dedik bunun üzerine gülümseyerek sandalyeyi çektiler. Üstelik fiyatları da ara sokak kafelerinden çok farklı değildi. Ben diyeyim 1, siz deyin 2,5 Euro fark vardı. Ne tuhaf değil mi? Biri, bildiğiniz turistik bir mekan. Her gün farklı birilerinin gelip biraz oturup gideceği... Müdavim yerine müşterileri olan. Diğeri ise, bir kitabevinin üstünde bulunan, adını da bir yazardan hem de edebiyatının odağında kapitalizm ve devlet eleştirisi olan Kafka’dan alan bir kafe... Fakat biri gülümsedi, diğeri olmaz dedi!

Haberin Devamı
DİĞER YENİ YAZILAR