Bir tek taraftar hakikattir!

Bir adam hayal edin. 40 yaşlarında ve 30 yıldır aynı takımı tutuyor

Haberin Devamı

Bir adam hayal edin. 40 yaşlarında ve 30 yıldır aynı takımı tutuyor.

Zamanında, daha çocukluğunda tuttuğu takımın maçlarına gitmeye başlamış; gitmediği zamanlarda maç saati boyunca heyecandan tırnaklarını kemirrniş, takımı yenildiğinde canı günlerce konuşmak istememiş, takımı kazandığında "dünyaları kazanmış" gibi sevinmiş bir adam...

Epeydir televizyondan izliyor takımını ama heyecan o heyecan.

30 yıldır takımına tutkusu sürmüş; şampiyonluklarda arkadaş arabalarına doluşup bayraklarla tur atmış, başarısızlıklarda üzüntüden kahrolmuş, maçları televizyondan izlerken bile yerinde duramayan, maç sonrası saatlerce yorum yapan, ertesi gün işyerindeki arkadaşlarıyla taraftarlık "geyik"leri çeviren, komşularına zaman zaman "nasıl bizim takım ama..." nispetleri yapmayı eksik etmeyen bir adam.

Fanatik değilim diyor sorulduğunda ama hayatını tuttuğu takımın başına gelenlere ayarlı bir saat gibi yaşıyor.

Rakip takımdan biri kafasını kızdırırsa boğa gibi öfkeleniyor.

Hayatta kimden kazık yerse yesin çok dert etmiyor sanki, çünkü takımı var. O takımının yanında oldukça takımının da onun yanında olacağı duygusu çok güçlü biçimde varlığını sürdürüyor.

Normal biri, değil mi? Çok sıradan, çok bildik, çok tanıdık bir manzara değil mi?

Ama bir de bu adamın 30 yıldır tuttuğu takımın geçirdiği aşamaları düşünün...

Adamın küçücük bir çocukken tuttuğu takımla şimdi tuttuğu takım arasında kulüp adı ve renkler dışında başka bir ortak nokta yok...

Yöneticiler değişmiş, futbolcular değişmiş, malzemeciler bile değişmiş, hatta kulüp binaları ve statlar bile...

Peki bu adamı o isme ve o renklere böyle sadakatle bağlayan şey ne?

Nasıl bir "ruh" bu ki, hayatın başka hiçbir alanında benzerine rastlanmayan bir sadakat ve inanç içeriyor?

Nasıl bir bağlılık?
Anlayabilen varsa beri gelsin!

***

Taraftar olmayı anlatmak için sözcük oyunlarına başvurmak, taraftarın
"taraf" olduğunu söylemek falan hiçbir işe yaramaz.

insan uzaktan uzağa Brezilya-Arjantin karşılaşırken birinden birine "taraf" olabilir, böyle hissedebilir, bunu isteyebilir. Ama kendi takımının taraftarı olmak bambaşka bir şeydir. Hangi taraftar akıl, mantık tartısına vurarak "ben şu takımın taraftarı olmak istiyorum" demiş ve bir takımı tutmuştur.

Tersine, taraftar sanki takımı onu "tutmuş" gibi; sanki kulağına gizemli bir ses o takımın adını fısıldamış, kaderini öyle yazmış gibi hisseder...

Bir fikrin, bir tezin taraftarı olmak da futbol taraftarlığına kıyısından köşesinden benzemez. Çünkü ideolojik taraftarlıklar ne kadar "ölümüne" ve militanca hayattan gelip geçseler de her tür değişimden, kökten biçimde etkilenirler; hele sosyal rüzgârların etkilerine bütünüyle açıktırlar.

Takım taraftarlığı öyle midir ya! Körlemesinedir, inadınadır, değişim rüzgârları karşısında kaya gibidir ve hiçbir uzlaşmaya açık değildir.

Uzlaşma dedim ya, bakın, bu "uzlaşma" meselesi önemli.

Takım taraftarlığı üzerine entelektüel çalışmalar nedense pek önem atfetmemiştir bu noktaya ama hayattaki bütün taraftarlıklar aynı zamanda uzlaşmalara açık platformlardır. Hatta bir uzlaşma için önce bir şeye taraftar olmanız gerekir çoğu durumda. Ve taraf(tar)lar sonunda uzlaşırlar.

Oysa takım taraftarlığı hiçbir zaman uzlaşmamak üzere vardır. Onu diğer bütün taraftarlıklardan ayıran özellik bu.

Gelelim şu ünlü "aidiyet arzusu" açıklamasına...

Hani diyorlar ya, futbol takımı taraftarlığı insanların bir kimliğe ait olma, o aidiyet sayesinde toplumda bir yere sahip olma arzusunu tatmin ediyormuş...

Anlamlı bir tez...
Fakat acaba tatmin edici mi?

Bir Kayserili'yi örnek alalım. Kayserispor'a değil de Fenerbahçe'ye bağlı. Kayseri'de yaşıyor. Yemesiyle, içmesiyle, gündelik davranış kalıpları ve beğenileriyle Kayserililik kimliğini taşıyan biri. Ama Fenerbahçe Kayserispor'la maç yaptığında hiç vakit geçirmeden sarı lacivertli renklerin zaferi için dua etmeye koyuluyor...

Sorunca, "Fenerbahçe aşkı" diyor.
Ne yapıyor bu aşk, ona ne kazandırıyor?

Bir toplum bilimci diyebilir ki bu kişi Fenerbahçe taraftarlığı yoluyla kendini çok daha geniş bir toplumsal dokuya bağlı hissediyor; istanbul'un, hatta o takımı tuttuğu için belki bu dünyadaki varlığının istanbul kadar güçlü, Türkiye kadar büyük olduğunu hissediyor alttan alta...

Bu açıklama çok hoş, çok göz alıcı ama ne yalan söyleyeyim, beni tatmin etmiyor.

Taraftar olmanın futbola, maçlara ilişkin hakikatleri hiçe saydığı doğru. Ama taraftar olmanın insanı kendi gerçeği hakkında körleştirdiğine hiç inanmıyorum, buna hiç rastlamadım.

Takım aşkı gelince insanın cümle
eksiklerinin ve kimlik sorununun bittiğine de hiçbir taraftarın inandığını sanmıyorum.

Bir kere taraftarın gözünde taraftar olmak, bir yere (kimliğe) ait olmak falan değildir.

Taraftarın gözünde taraftar olmak, o yerin (kimlik, takını, kulüp vs.) ta kendisi olmaktır. Taraftar olmasa hiçbir şey olmaz, taraftar yoksa hiçbir şey yoktur..

Taraftarın gözünde, nihayetinde yalnız futbolcular değil, yöneticiler de sahtekârdır! Bir tek taraftar hakikattir, hakikatlidir.

Kulüp bile satılabilir ama taraftarın kalbindeki aşk, o asla satın alınamaz.

Böyle garip bir aşk, garip bir iman ve ancak dindarlıkla benzeştirilebilecek ölçüde açık ve seçilmiş bir teslimiyettir taraftarlık.

İşte tam da bu yüzden futbol taraftarlığının aldığı biçim, modern insanın "inançsızlık çağı" nda hissettiği derin yalnızlık duygusuna karşı bir çare arayışı gibi görünüyor bana...

DİĞER YENİ YAZILAR