Bir yıl 'zilli kurt' olmaktansa 10 yıl hapis yatmayı yeğlerim

Pamuk çiftliğinde iş buldum ama kısa süre sonra kovuldum. Sonra pirinç tarlarında su bekçiliği, biçerdöver sürücülüğü, batöz ırgatlığı, daha akla hayale gelmedik bir sürü iş..

Haberin Devamı

Önce Devlet Pamuk Üretme Çiftliğinde bir iş buldum. Çok sevinçliydim. Pamuk çapalama zamanıydı. Irgatların gündeliklerini yazıyordum, haftadan haftaya ücretleri ödeniyordu. Bu işte bütün Akdeniz kıyılarından, Toros-lar'dan, Güneydoğu Anadolu'dan gelmiş türlü türlü insanlar tanıyordum. Türküler, destanlar dinliyordum yaşlı, genç ırgatlardan Türkçe ve Kürtçe. Keyfime diyecek yoktu.

Bir sabah, ne oldu ne olmadı, müdür beni çağırdı. "Torlan topları çiftlikten hemen ayrıl" dedi. Müdür o kadar heyecanlıydı ki, konuşurken dudakları titriyor, yüzüme bakamıyordu. Gittim muhasebeden paramı aldım, hemen yandaki özel çiftliğe ırgat olup ırgatların içine katıldım, pamukların aralarındaki otları çapalamaya başladım. Irgatlığımdan çok kıvançlıydım. İnsanlar yoruluyorlardı ya çok da mutlu oluyorlardı. İşim bir hafta bile sürmedi. Elçi beni çağırdı, "Derhal buradan ayrıl" diye bağırdı. "Haydi derhal, bir saniye durmak bile yok."

Ne istiyorlardı benden?
Ben de hemen ayrılıp ötedeki çiftlikte çapa ırgatlarının arasına katıldım. Oradan da üç gün sonra daha bir sert kovuldum. Böyle böyle kovularak çok çiftlik dolaştım birkaç ayda. Şaşkınlık içindeydim, ne oluyordu? Ben de herkes kadar belki de daha iyi çapa çapalamayı biliyordum. Ne istiyorlardı benden? Aklıma polis hiç gelmiyordu. Sonra Adana'ya gittim, işçi ağabeyleri buldum, durumu anlattım, gülmeye başladılar. Sonra da başlarına gelen böyle bir çok olay anlattılar bana. En çok da şaşkınlığıma gülüyorlardı. Olanı biteni bana bir iyice anlattılar. Beni kimlerin işçilerin arasından kovdurduğunu biliyordum artık. Biliyordum ya bundan sonra gene girdiğim işlerde kovulmalarını başladı. Ne işe girsem, nereye gitsem beni buluyor, attırıyorlardı. Sonunda kasabaya döndüm, kendime bir iş düşünmeye başladım. İlk olarak kanal kazma işine girdim. Günde on iki saat çalıştırıyorlar, çok az para veriyorlardı. Dehşet yorucu bir işti. Yatağa ölü gibi giriyor, yarı uykuda bile kemiklerimin sızladığım hissediyordum. Kazdığımız kanallardan pirinç ekicileri tarlalara su götürecekler, Çukurova bataklık olacak, bataklıktan sivrisinekler... Ve sıtma... Yorgun argın, bitkin eve geldiğimde de anam başıma bela kesiliyordu. "Koca Sadık Ağa'nın oğlu gider de kanal işinde çalışır mı?" diye. Bir cehennem işte, bir cehennem de evde yaşıyordum. Sonunda gene imdadıma polis yetişti... On beş gün sonra beni gene işimden, işçilerin arasından kovdular. Artık işten kovulma şampiyonu olmuştum ya polisten kurtulma yollarını da aramaya başlamıştım. Soluğu Akdeniz kıyısındaki Yüreğir Ovası'nda aldım. Habib Usta'nın yanına çırak olarak girdim. Habib Usta da zilli kurt sınavından geçmişti. Çok usta bir traktör onarım ustasıydı. Habib Usta ile birlikte adımı değiştirdik. Ben iyi bir traktör sürücüsü olmuştum kısa bir sürede Habib Usta çalıştırmasıyla.

Yeni işim, yeni adım var
Bir çiftliğe traktör sürücüsü olarak girdim. Artık yeni bir işim, yeni adım vardı. Traktör sürücülüğü de dünyanın belki de en güzel işiydi.

Girdiğim çiftliğin çok geniş topraklan vardı. Yirmi beşten çok traktörle biz sürücüler her gün ikindi üstü saat dörtte toprağı sürmeye çıkıyorduk. Dörtten önce sıcaktan tarlaya çıkmanın mümkünü yoktu, ortalık öylesine yanıyordu ki traktörün demirine elini süremiyordun. Toprak seher vakti öyle güzel, öyle mestedici, öyle büyülü bir kokuyla kokuyordu ki, insan kendinden geçiyordu.

Artık karar vermiştim, bundan başka bir işte öldürseler de çalışmayacaktım. Karanlık gecelerde Çukurova bir başka oluyordu. Ova sabahlara kadar, binlerce traktörün ışığıyla yıldız yıldızdı. Ve seher vakti, seher yelleri eser, kuyruk yıldızı tan yerinde dönerek sav-rulurdu. Ben bu işten hiç mi hiç ayrılmayacaktım. Polis de beni bulamıyordu. Bir trak-törcüler sendikası kurmak uğruna sonunda traktör sürücülüğünden de ayrılmak zorunda kaldım. Dünya başıma yıkıldı sandım.

Sonra pirinç tarlalarında su bekçiliği, bu işte epey çalıştım. Çeltik komisyonu benden hoşnuttu. Suları, kimseye boyun eğmeden hakkıyla dağıtıyordum. Kasabanın candarma komutanı yüzbaşı, onu işe alalım da bizim kontrolümüzde olsun demişti. Sonra biçerdöver sürücülüğü, batöz ırgatlığı, daha akla hayale gelmedik bir sürü iş... Artık ad değiştirme de işime yaramıyordu. Sonunda kasabada arzuhalci oldum. İşler iyi giderken hapse girdim. Hapisten çıktıktan sonra, baktım ki artık Çukurova'da kalamayacağım. Zilli kurtluğa bir son vermek gerek.

İstanbul'a gittim, Cumhuriyet Gazetesi'ne girdim, kendime yeni bir ad taktım, bu yeni adla gazeteye röportajlar yapmaya başladım. Polis beni iki buçuk yıl ne kadar ara-dıysa da bulamadı. Sonra tanıdık bir polisle karşılaştık. Daha doğrusu bir sınıf arkadaşım polis olmuş, beni hemen tanıdı. Artık tanınmış bir röportaj yazarıydım. Gazetenin sahibi ve genel yayın müdürü liberal insanlardı, beni polise vermediler.

Her zaman söyledim. Dilime pelesenk ettim, bir yıl zilli kurt olmaktansa on yıl hapiste yatmayı yeğlerdim. Şimdi bu yaşımda da böyle düşünüyorum. Bunun içinde de, bu karanlık cehennemde de koskocaman bir aydınlık, bir cennet var: Traktör sürücülüğü...

Bizi zilli kurt yaparken devlet bize önem mi veriyordu, bizden bu kadar korkuyor muydu? Bunu çok düşündüm. Bu, baskıcı düzenlerin güvensizlikten gelen korkusuydu. Baskıcı düzenler hep altlarının oyulduğunu duyumsarlar. Kendilerini boşlukta yapayalnız sallanıyor sanırlar.

Nazım ilk kurbanlardan
Bu korkunç, insanları aşağılayan, tüketen zilli kurt uygulaması Cumhuriyet kurulduğundan beri süregelmiş ve çok insanın kanına girmiştir. Bu uygulamanın ilk kurbanlarından biri de büyük şair Nazım Hikmet olmuştur. On yedi yıl uydurma bir suçtan mahkûm edilmiş, on beş yılını yatmış, hapisten çıktıktan sonra askere çağırılmış, öldürülmemek için Moskova'ya kaçmış, yıllar sonra orada ölmüştür.

Nazım'la birlikte hapse mahkûm romancı Kemal Tahir 13 yıl, Orhan Kemal 5 yıl, şair A. Kadir, şair Hasan izzettin Dinamo, Nail V, daha birçok şair, düşünce adamı hapislere düşmüşler, zilli kurt olmuşlardır. Adana'ya sürgüne gelen ressam Arif Dino, Abidin Dino kardeşleri ben zilli kurtluk yaparken Adana'da tanıdım. Onlar da bir miktar zilli kurttular. Cumhuriyetin bir kısım sanatçı kuşağı ya hapishaneye girmişler ya da zilli kurt edilmişlerdir. Romancı Sabahattin Ali de Bulgaristan sınırında devletin gizli polis örgütlerince öldürülmüştür.

DİĞER YENİ YAZILAR