Gazete Vatan Logo

Breaking Bad terapisi başladı!

Birbirini hiç tanımayan 23 kişi bir araya geldi, 'Breaking Bad' adlı dizinin bitişine ağıt yaktı!

Son bir aydır yabancı dizi meraklısı hemen hemen herkes bu diziyi konuşuyor; herkes son bölümü için "Son yılların en güzel finali" diyor. Bir 'Breaking Bad' furyasıdır gidiyor...

40 yaşında 'kazara' hamile kalan güzel eşi ve sakat oğlunun geleceği için iki işte birden çalışan, kendi halinde 'sıradan' bir kimya öğretmeninin kanser olduğunu öğrenmesi üzerine tehlikeli işlere bulaşmasını konu alan dizi, bitişiyle bir grup insanı da 'bir garip boşluğa' sürükledi.

Kendini bu boşluğun içinde hisseden bir grup, birbirini hiç tanımayan insan cumartesi gecesi bir araya gelip 'diziyi yad etti'. İşte "Yumurtaya can, Grey’s Anatomy’ye 10 sezon, Arka Sokaklar’a 8 yıl veren yüce Rabbim! Neden Breaking Bad’ime 5 yılda kıydı?" diyen Mehmet Özdoğan'ın 'Breaking Bad' izlenimleri...

Heisenberg’in askerleriyiz!

Breaking Bad’in bitmesiyle ağır depresyona giren 23 birbirini tanımayan kişi bir ‘grup terapisi’nde buluştuk. Aynı insana aşık olmuş kadınlar ve adamlar bir cenazedeydi sanki. Ve kendimize sorduk: Breaking Bad’in ardından ‘aptal kutusu’nun tanımını yeniden yapmak gerekmiyor mu?

Tarih 30 Eylül, günlerden pazartesiydi. Saat 23:00’e kadar büyük bir sabırla beklemiştim. Aslında sabahtan beri Breaking Bad’in final bölümü altyazısı, HD’si gelmiş halde izlenmeyi bekliyordu. Geciktirebildiğim kadar geciktirdim. Arka arkaya arkadaşlarımla görüştüm, pazartesi gecesini dışarıda eğlenerek geçirmenin yollarını aradım; olmadı, bulamadım. Bütün gün Twitter’a girmedim. Bir tek spoiler hayatımı alt üst edebilirdi çünkü. BuzzFeed, hiç bu kadar tehlikeli ve yasak elma olmamıştı. Saat 23:00 olduğunda artık ekranla baş başa kalmıştım ve veda etmem gereken büyük bir aşk vardı.

YUMURTAYA CAN VEREN RABBİM!

Açtım, sanki 1-2 dakika içinde bitti. Hayatımın en kısa 40 dakikasıydı. Daha uzun seyretmenin bir yolu da yoktu. Dondum kaldım elimde kumandayla. Reddettim önce yaklaşan ağır depresyonu. Biter bitmez onu dandik bir diziyle aldatmayı denedim hemen. Revenge’in yeni sezonunun ilk bölümü gelmişti. Bölümü açtım, 30. dakikasında filan cenin pozisyonuna geçip birden zırlamaya başladım. 30 dakikanın 1 saniyesini bile aslında izlememiştim.

Gitmişti işte. Walt, Heisenberg, Jesse, Skyler, Hank ve diğerleri birlik olup terk etmişlerdi beni. İsyan ettim. Yumurtaya can, Grey’s Anatomy’ye 10 sezon, Arka Sokaklar’a 8 yıl veren yüce Rabbim! Neden Breaking Bad’ime 5 yılda kıymıştı?

“SİZ NE ANLARSINIZ?”

Günler geçti gitti. Arkadaşlarım nasıl olduğumu merak ediyordu. “İyiyim” diye geçiştirdim çoğu zaman, hiç iyi değildim aslında. Benimle son bölümü konuşmak isteyenleri reddediyordum. Hayatımda en nefret ettiğim insanlara, “Siz ne anlarsınız?”cılara dönüşmüştüm.

“O” olmadan ilk pazartesimi derin ızdıraplar içinde geçirdikten sonra Facebook’ta bir etkinlik gördüm. “Breaking Bad’in ardından Cihangir, Co-Pilot’ta buluşuyoruz.” Bir çeşit grup terapisiydi bu. Yalnız değildim işte!

AYNI AŞKIN PEŞİNDE 23 KİŞİ...

Tam saatinde ordaydık. Ben ve tanımadığım 22 kişi… Aynı kişiye aşık olmuş adamlar ve kadınlar olarak ‘O’nun cenazesinde bir araya gelmiş gibiydik. Buluşmanın yöneticisi, Süreyya Evren Türkeli’ydi. Keli, top sakalının şekli ve rengi, gözlüğüyle; tam bir Heisenberg (başroldeki Walt karakterinin takma ismi) uyarlaması vardı karşımda. Müthiş notlar almıştı. Dizinin en ince detayları, kusursuzca anlatıldı. Kimseden “Ya ben onu hatırlayamadım ama!” çıkmadı. Skyler’dan neden nefret edildiğini, insanlardaki Jesse sevdasının nereden çıktığını konuştuk uzun uzun. Diziyle alakası olmayan tek kişi orada olsa, neye bu kadar kahkaha attığımızı, neden ara ara gözlerimizin dolduğunu anlamakta büyük sıkıntılar çekerdi.

EKONOMİ DE VARDI, SİYASET DE...

Marmara Üniversitesi’nden bir profesör de oradaydı, İstanbul Üniversitesi’nden iki öğrenci de… Cihangir kafelerinin konuşmayı en çok seven adamı da, Nişantaşı’nda alışverişini yapıp, torbalarıyla gelen topuklular da… 3 saat geçti! Biz hala konuşuyorduk. “Hayır, ulaştıkları en iyi saflık yüzde 98 değil, 99 nokta bilmem kaçtı!” gibi düzeltmeler havada uçuşuyordu. Gezi Parkı’na bile bağlandı olay bir ara. “Kendi işinin patronu olma fetişizmini” de konuştuk, Amerikan ekonomik krizinin ardından umutlarını yitiren beyaz orta sınıfa dizinin nasıl umut aşıladığını da… 3 saatliğine Amerikan mandasını seve seve kabul etmiştik hepimiz. Hiç de gocunmamıştık. Bitti ‘terapi’; birbirimize sorduk çıkışta: “Daha iyiyiz sanki değil mi?”

HALA ‘APTAL KUTUSU’ MU?

Çıkışta bir arkadaşa rastladım. Nereden geldiğimi sordu, anlattım. “Yahu Mehmet, işin gücün mü yok ya? Harbiden manyaksın sen! Hadi bir iyi bir film veya kitap için olsa anlarım da; kıytırık bir dizi için Bostancı’dan Cihangir’e üşenmeden geldin mi cidden?” dedi. Bir televizyon yapımı ya bu; aptal kutusundan çıktı ya hani; hemen karar vermişti ‘kıytırık’ olduğuna. Ben susayım, cevap Kevin Spacey’nin bir ay önce Edinburgh’da yaptığı bir konuşmadan gelsin: “İşte zamanı geldi. Onca şeyi denedi televizyon. Haber mecrası olmayı, eğlence alanı yaratmayı, her şeyi… Bir sanat formuna dönüşmesi için bugünü beklemesi gerekiyordu demek ki... Film nedir? 2 saatin üstünde olan her şey mi? Nerede yazıyor bu? İnsanların istediği şey ‘iyi hikaye’ sadece. Bunun için ölüyorlar; fark etmiyor musunuz? Onlara bunu ister televizyondan verin, ister tabletlerinden…” Kevin Spacey bir diziye hayatının dört senesini ayırmayı kabul etmişse, David Fincher televizyon dizisi yönetmeye başlamışsa, “aptal kutusu”nun tanımını yeniden yapma zamanı gelmedi mi sizce de ey “Sadece belgesel izliyorum”cular? İyi bir dizi, artık iyi bir kitabın yerini almaya başlamadı mı?

TELEVİZYON DEVRİMİNE TANIKLIK

Sadece dizi de değil. İnsanların ‘sevgiliye duyulan tutku’ dışında tutkunun diğer bütün formlarını nasıl kolayca “saçmalık” sayabildiğini fark ettim. İşine âşık kariyer delisi bir adamı, Aşk-ı Memnu’nun finalini 5 kez izleyen bir kadını, Justin Bieber’ın peşinden yalın ayak koşan kızı, maaşının yarısını bir Star Wars aksesuarı için e-Bay’e yatıranı… Aynı düzlemde buluşulduğu sürece sorun yoktu sadece ‘tutku’ meselesinde.

Ben ve oradaki 22 kişi ‘manyak’ değildik anlayacağınız... Breaking Bad’in bir televizyon devrimi olduğunun farkındaydık. Bir daha hem Nuri Bilge Ceylan ve Tarantino’nun aynı anda verdiği bir zevki yaşatan bir yapımla karşılaşmamaktan korkuyorduk. Tarih, biz yaşarken yazılmıştı. Tanıklık etmek için hayatımızdan 3 saati seve seve ayırdık.

Haberin Devamı