Gazete Vatan Logo

Blueberry! Bu kovboy filminde seyredenler ölüyor

Sinemaya dair bir ölçeğim var.. O da Fransız filmleri üzerine.. Biri kalkıp da Fransız sinemasından övgüyle konuşursa ona hemen notumu veririm.. Benim göre onun psikolojik yardıma ihtiyacı vardır..

Bana göre "Fransızların sinema yapması.." bu sanat koruma adına "yasaklanmalıdır.." Israr eden çıkarsa ceza olarak bir İsveçli yönetmenin yanında asistan olarak "mecburi hizmete" tabi tutulmalıdır..

Eğer hâlâ "Sinema yapacağım.." diye direniyorsa, son çare onu "Biri Bizi Gözetliyor" evine "resim seçici" tayin etmektir.. Bizim Okay Gönensin'in adamı Levent, sinema konusundaki baş danışmanımdır.. Ali Hakan'a, Vecdi Sayar a güvenmediğim günler olur ama Levent'i tek geçerim.. İki yıldan beri film alışverişindeyiz.. Bu işi geçen haftaya kadar da çok iyi götürüyordu..

Ayağı sürçtü..
Ancak "sanat danışmanlığı hayatının.." en büyük hatasını geçen hafta yaptı.. Bir film getirdi.. Önüme koyarken "Abi al.. Bu tam senin seveceğin bir film.." dedi..

DVD'yi aldım.. Kapağı gayet güzel.. Sakallı kovboylar, at üzerinde koşturan Kızılderililer.. Nevada çölü içinde yükselen volkanik dağlar.. Gayet fiyakalı da bir ismi var.. Blueberry.. O Fransız yönetmenin elleri kırılsın.. Büyük Kanyon'un, Rio Grande'nin, volkanik dağların, Kızılderililerin olduğu bir ortamda bu kadar berbat bir film yapılır mı? Üstelik filmin hikâyesini yönetmenin elinden alıp, ayıklarsan iyi bir film çıkar..

15 yaşındaki delikanlı kasabanın barında çalışan fahişeye dadanıyor.. Âşık.. Fahişe de onu seviyor.. Gizli gizli odasına alıyor.. Bedava halvet oluyorlar.. Günün birinde körü adam müşteri olarak aniden kızın odasına giriyor.. Oğlanı yatakta görüp pataklıyor.. O hengâmede silah patlıyor.. Fahişe kurşun sekmesinden ölüyor, salon yanıyor.. Oğlan yaralı vaziyette kaçıp Kızılderililere sığmıyor.. On sene sonra dönüp, o kasabaya şerif oluyor.. Bir gün fahişeyi öldüren kötü adam kasabaya geliyor..

Elleşme be adam
Bu hikâyeyi Hollywood ta kimin eline verirsen merakla izlenecek bir western çıkarır.. Lakin gözü kör olası Fransız yönetmen "ben sanat filmi yapacağım.." diye tutturmuş, filmi de hikâyeyi de battal etmiş.. Gökyüzündeki bulutlan fıldır fıldır döndürmeler mi ararsın, kovalama sahnesinde insanları göstereceği yerde kamerayı beygirin kuyruğuna sabitlemeyi mi ararsın? İnsanın sinirini bozmak için ne yapmak icap ediyorsa hepsinin hakkını vermiş.. Bir solukta izlemem gereken bu filmi tam bir haftada bitirdim.. Her gece dayanabildiğim kadarını seyrede seyrede.. Filmden de başrol oyuncusundan da nefret edip, seyircilik hayatımda ilk kez Kızılderilileri tuttum.. Hani bir ok hedefini şaşar da yönetmenin boş böğrüne saplanır mı diye umarak..

Hayatımda gördüğüm en berbat iki kovboy filminden biri buydu.. İlkini 1970'li yıllarda Ankara'da seyretmiştim.. Ankara'da çiçeği burnunda bir muhabirdim.. O yıllarda memlekette Ecevit rüzgârı estiğinden medya leşkerlerinin yüzde doksanı sol fikirli.. O sebepten Sovyetler Birliği nin Ankara Büyükelçiliği de en gözde diplomatik merkezlerden biri.. Belki de birincisi..

Bir gün Sovyet Büyükelçiliği'nden bir davetiye geldi.. Bir film gösterimine davet ediyorlar.. Allah Allah! Sovyet Elçiliği böyle gösterimler filan yapmaz.. Gösterimi bizzat Büyükelçilik yapıyorsa önemlidir.. Acaba neden yapti, diye düşüne düşüne gittik.

Yetiş yaa Apaçi!!
Aklımda kaldığı kadar Sovyet sineması da dünyaya açılmaya karar vermiş.. Hollywood'un kovboy filmlerine inat "alternatif kovboy filmi.." yapmışlar.. Gösterim hangi salondaydı aklımdan çıkmış.. Ama fiyakalı bir yerdi ve tiklim tıklımdı.. Ne kadar ünlü gazeteci varsa hepsi orada.. Filmden önce kokteyl düzenlenmişti.. Herkes elinde içki bardağı filmden konuşuyordu.. Öyle bir beklenti içindeydik ki Amerikan sineması ve kültür emperyalizmi o gece orada bir ders alacaktı.. Bir kovboy filmi nasıl çekilir, bu gece görecekti..

Gong çaldı.. Kokteylin gürültülü sohbeti kesildi.. En sessiz, devrime en saygılı adımlarla salona girip yerlerimize oturduk.. Işıklar söndü ve film başladı.. Jenerik görüntülerinin ardından ortaya bir atlı çıktı.. Perdenin ortasından üzerimize doğru geliyor.. Gelsin! Zararı yok.. Kovboydur, bir bildiği vardır ki geliyor.. Biraz daha yaklaştığında baktık, bu kovboy biraz acayip.. Başına Meksikalıların giydiği bir sombrero giymiş.. Hani geniş şapkalardan.. Giysin! Koyunlara bir zararı yok.. Belki de olay Meksika'da geçiyordun.

Şapka da şapka haa!
Kovboy biraz daha yaklaştı.. O zaman gördük ki başında şapka niyetine taşıdığı "sombrero" devasa bir şey.. Ben diyeyim sombrero siz deyin Efes Pilsen'in birahanelere dağıttığı açık hava şemsiyesi.. Salonda üç beş kişi kıkırdadı.. Başka üç beş kişi öksürme efekti yapıp, seyirciyi "devrimci sinemaya" saygılı olmaya çağırdı..

Ben kendi kendime "Film komedi herhalde.." diye düşünüyorum.. Çünkü dünyanın en yeteneksiz kostümcüsü bile böyle bir sombrero seçip, kovboyuna giydirmez.. Yiğitler yiğidi bir kovboyu, şebek gibi göstermez.. Hayır efendim, film komedi filan değil.. Gayet ciddi bir konusu var.. Ve o sombrero da iki kişilik.. Hem kovboyu, hem altındaki beygirini güneşten koruyor.. Derken bir kale gözüktü ekranda.. Birileri kaleyi koruyor, birileri de kuşatmış.. Kaleyi kuşatanların tamamında o sombrero dediğimiz Meksika şapkasından var..

Her biri de iki metre çapında.. Üstelik kaleye saldırsınlar, ateş etsinler diye bir etkinlik yok.. Biri kale kapısının önüne atiyla geliyor.. Başında o şapka kılığına girmiş dev şemsiye.. Üzerinde "Olgunlaşma Enstitüsü defilesinden fırlamış gibi işlemeli yelekler, pantolonlar.. Kement çeviriyorlar.. Güya kaledekiler "Aman bunların kement çevirmesi pek yaman., teslim olalım.." diyecekler..

Gerçek acıydı..
Sonunda hepimiz gerçeği kabullendik.. Bu berbat bir kovboy filmi taklidiydi.. Daha kötüsü yapılamazdı.. Film bitince usulen alkışladık, sinemada sessizce çıktık.. Biz o tarihlerde zaten çömez kategorisindeydik, konuşmak bize düşmezd Meslekteki abilerimiz de konuşmuyordu..
Susmak daha kolay geliyordu..

Birinin aklına bundan daha kötü bir western gelse belki konuşacak "Kardeşim Amerikalıların çektiği o film daha mı iyiydi?" diye soracaktı.. Ama kimsenin aklına daha kötüsü gelmiyordu.. Gördüklerimizin en kötüsü buydu..

O gece "devrimci sinema" gözü kör olasıca "Kültür Emperyalizmi'nin karşısında ağır bir yenilgi almıştı.." Bizim de dilimiz içimize kaçmıştı.. İşte Levent'in DVD'sini getirdiği, seyretmesi bir hafta süren Fransız yapımı western, 1970'lerde seyrettiğim o filmden de berbat.. Adını unutmayın.. Blueberry.. Sinemaların birinde karşınıza çıkarsa hemen kaçın..

Haberin Devamı