Açalım bakalım bayramlık ağzımızı

Sana ne demek ayıp diye öğrettiler ya büyüklerimiz, meğer ne kadar kıymetliymiş. Bolca kullanmak istiyorum artık! Her ne kadar, “alışmadık dilde kaba söz durmaz” diye düşünsem de insanların kaba sınırsızlığı öyle hoyrat dalgalarla, öyle yüksek duvarları aşıyor ki artık kendimizi koruma zamanı! Hem hiç üstüne vazife olmadığı halde hunharca herkesin özeline dalan zararlıra karşı korunmak için “sana ne” demek neden ayıp olsun ki! Hep birlikte ve sıklılıkla söylemeliyiz bence; sana ne!

Gelelim bu satırları yazma sebebime! Hafta boyunca o kadar çok “sana ne” denilecek olay oldu ki! Efendim; Ahmet Hakan, Devlet Bahçeli ile görüştüğünde Bahçeli çay içmiş miymiş! İçmediyse de ikram etmiş miymiş! Ahmet Hakan orucu yemiş miymiş! Yunan adalarındaki bir teknede ramazan günü içki içilmiş miymiş! Eğer bu lâflara muhatap kalan bir siyasi ya da gazeteci çıkıp da “sana ne” deseydi, yüreğime su serpilecek ve o kişiye karşı sonsuz bir hayranlık besleyecektim! Ama kişiyi açıklama yapma derdine düşürmenin tuzağa çekmek için en kolay yol olduğuna bir kez daha tanıklık ettim sadece. Hiçbir mecburiyeti olmadığı halde, Ahmet Hakan’ı açıklama yapmaya zorlayanlar, meğer çoktan fotoğraflı ikinciyi hamleye hazırlanmışlar. Oysa çıkıp da “sana ne kardeşim benim orucumdan, sevabı benim günâhı benim” deseydi... Ah keşke deseydi! İşte o zaman teknedeki fotoğraf, çekenin elinde patlardı, polemik hiç başlamadan biter, tartışma geçersiz kalırdı. Tıpkı doğu dövüşlerinin ana fikrinde olduğu gibi, saldıranı kendi gücüyle boşa düşürmek, üzerine tekme savurana karşı sadece yavaşça kenara çekilmek en iyi hamle aslında. Toplumun fayda ya da zararına değilse, kime ne insanların dininden, cinsiyetinden, tercihlerinden. Siyaset aracı din olanların dindarlığı elbette halkı ilgilendirir ama diğerlerinden kime ne! Mâdem çıkıp da “sana ne” diyemediniz, ben vatandaş olarak üzerime düşeni yapayım hiç değilse! Kim oruç tutmuş, kim Ramazan ayında çay içmiş, kimin çocuğu olmuyormuş, kimin dedesi ermeniymiş, kimin nenesi aleviymiş, kim eşcinselmiş, kim içki içermiş...

Haberin Devamı

Açalım bakalım bayramlık ağzımızı

Haberin Devamı

“BANA NE”!

Gelin hep birlikte, bize manşet olarak sunulan dedikodulara yüksek sesle “bana ne” diyelim. Haddini aşıp, özelimizi didikleyen herkese “sana ne” diyelim. Belki bu kirli ve saygısız dejenere olmuş toplumsal ilişki biçiminden kendimizi bir nebze olsun koruruz böylece.

Ha bir uyarı size! Önce, “sana ne” dediğinizde ya da cevap vermediğinizde karşınızdakinin ithamını kabul edilmiş sayılacaksınız. “Öyle olmasaydı söylerdi bak cevap veremiyor” diye yeniden yargılanacaksınız. Aman ha sizi açıklamaya mecbur kılan bu tuzaklara düşmeyin. Sizden başkasını ilgilendirmeyen, üçüncü şahıslara kâr-zarar getirmeyen lâf toplarına girmeyin, “asaletim suskunluğumdandır” deyip geçin. Kendinizi atılan çamura bulaştırmadığınız için çok daha iyi hissedeceksiniz. Ben denedim, ordan biliyorum.

İşte size kendimden bir örnek:

Dört sene evvel bir TV programında, çok eşliliği savunan ve dindar olduğu iddiası ile savını destekleyen bir kadın “yaşam koçu” karşısında, lâik bir ülkenin hukuku gereği savı ile çok eşliliğe karşı çıktmıştım. Kendi fikrini kabul ettirmek için geleneksel sorgulama yöntemini seçmiş olan konuk, bir anda konuyu benim kişisel sınırlarıma dayayarak: Siz Müslüman mısınız bana önce onu söyleyin” demişti. Benden beklediği cevap da “Elhamdürillah Müslüman’ım” şeklindeydi elbette. Açıkçası, benim de kendimden beklediğim cevap buydu. Ve bunun üzerine kadın konuk, “madem Müslüman’sınız dinin gereklerini...” diye başlayan konuşmasıyla ikinci hamlesine girişip arkadan dolaşacaktı büyük ihtimalle. Ama o anda birden, karşımdakinin kişisel alanıma girdiğini ve taciz edildiğimi hissettim ve “sana ne” deyiverdim. İşte bu kadar basit bir lâfın ne denli etkili olduğunu da o zaman keşfettim. Bir anda stüdyoya bomba düşmüş gibi oldu. Oyunu bozulan kadın konuk ısrarla beni yeniden kendi stratejisini kurduğu savaş oyununa çekmek istedi ve “siz Müslüman değilsiniz o zaman, Müslümansanız söyleyin” diye ısrar etti ama benim yine de inatçı cevabım değişmedi. “Sana ne” ... Açıkçası bir ân kendi sesime yabancılaştım ve duyduğumun benim ağzımdan çıktığına inanamadım. Ama insanların özel soruları böyle fütursuzca sormaması gerektiğine inancım öyle kuvvetliydi ki, tekrar ve tekrar ta ki kadın pes edip oyununa gelmeyeceğimi anlayana kadar “sana ne” demeyi yineledim. Sonuçta konumuz hukuktu, konumuz demokratik bir dünyada kadının yeriydi, konumuz Cumhuriyet’in içinde belirlenmiş kadın haklarının ihlaliydi. Benim dinimin konuyla ilgisi yoktu ve kimsenin elini kolunu sallayarak özel alanıma girmeye de hakkı yoktu. Ben istediğimde kendimle ilgili her şeyi söylerdim ama kimse beni zorla sorgulayamazdı. İşte o gün tanıştığım bu biraz kaba ama sihirli baş kaldırı sözünün, bizim toplumumuz gibi, insan ilişkilerinde sınır problemi yaşayan toplumlarda ne denli kıymetli olduğunun hakkını da bu vesileyle verdim.

Haberin Devamı

Ve o gün bugündür kendisini pek benimser ve severim. Size de muhakkak tavsiye ederim. Karşınızda art niyetli bir merak hissettiğiniz ân , en rahat cevap verebileceğiniz soru bile olsa “sana ne” deyip geçin. Özel bahçenize davetsiz girmeye çalışanlara da böylece haddini bildirin!

Haberin Devamı
DİĞER YENİ YAZILAR