32 yıl önce o yaz, o Ramazan ve kaybolan gelenekler

Haberin Devamı

Ramazan ayı, Temmuz ayına denk gelince, çocukluğumun o yazını hatırladım ve dedemi... İzmir’de geçirdiğim, tıpkı bugünkü gibi uzun ve sıcak yaz günlerine denk gelen Ramazan ayını... Ramazan’ın, Arapça “Ramaza” yani “Çok sıcak olma” kökünden geldiği düşünülür. Ramazan Ayı ilk başlarda sıcak aylara denk geldiği için bu isim verilmiş. Öyle anlatırdı dedem. Bu yıl da çocukluğumda olduğu gibi, ismi ile müsemma bir ay olacak demektir. Ramazan ayının 32 yılda bir aynı güne geldiğini duymuştum. Bu hesaba göre, hatıralarımın üzerinden 32 yıl geçmiş! Dedemin geceleri kimseyi uyandırmadan sahura kalkışının, kendimi dedemin ayak sesine kurarak yatışımın, dedemin gece karşısında beni görünce gülen gözlerinin, pilavın çıtırtısının, buz gibi hoşafın tadının, balkonda dedemin anlattığı hikayeleri, yemeğe hiç ara vermeden dinleyişimin, yeni duyduğum efsaneleri tok karna daldığım rüyalara katışımın üzerinden 32 yıl geçmiş demek ki...
Pek çok adeti bugün muhafaza edememenin burukluğuyla hatırlıyorum o günleri... İzmir’de çocuklar için çok eğlenceli geçerdi Ramazan ayı. Mesuliyetini almadığımız ama keyfini sürdüğümüz günlerdi. 50 dereceyi bulan sıcaklar yaşanmıştı o yıl. Dedemin deyişiyle ajanslar yani haberler, “en sıcak yaz” olduğunu söylemişti. Klimayla tanışmadığımız yıllardı. Karşılıklı camlar açılarak “cereyan” ya da “kurander” yaratarak serinlemeye çalışırdık. Yarım gün mesai yapılırdı. Kadınlar sahura kadar uyumaz, yemek yapar, sonra öğlene kadar kalkmazdı. Erkeklerse, sahurdan sonra yatmaz, doğruca çalışmaya gider ama erken işten çıkıp gelir, akşama kadar uyurlardı. Sıcaklarla mücadelenin yolu, bu düzenle sağlanırdı.
İftara doğru sokaklar boşalacağına, çocuklarla dolardı. Ellerde tabaklar, komşu teyzelere evde pişenlerden yollanırdı. Tabağın düzenini bozmadan, tatlı aşırmak konusunda uzmandık. Yaptığımız anlaşılırsa, yemekten önce zılgıt yemek Allah’ın emriydi tabii. Ama gene de komşular arasındaki yemek alışverişinde, çocukların haraç kesmesine kimse engel olamazdı.
Malum, İzmir, farklı dinlerin bir arada yaşadığı ve herkesin adetlerini kendi başına değil paylaşarak yaşattığı bir kenttir. Ramazan ayı olunca da her dinden komşu eşlik ederdi sofralara. Küçükken, Ramazan ayının tüm dinlerin ortak ayı olduğunu sanırdım. Şimdi düşünüyorum da ne kadar şanslıymışım. Kemeraltı, Ramazan ayı öncesi dolar taşardı. O zaman, ne AVM’ler ne de süper marketler vardı. Kemeraltı “can”dı.

32 yıl önce o yaz, o Ramazan ve kaybolan gelenekler

Pideyi eve varmadan tırtıklardım

Bostanlı’da önünde uzun kuyrukların olduğu bir pide fırını vardı. Ömrümde duyduğum en baştan çıkarıcı kokular bu fırından yayılırdı. İftardan en az 2 saat evvel, bisikletimle gider, kuyruğa girerdim. Benim gibi pek çok çocuğun Ramazan ayı göreviydi bu. Kuyrukta beklerken oyunlar oynar, muhabbet koyar, vaktin nasıl geçtiğini anlamazdık. Saman kağıda sarılı pideleri kapar, bisiklete atlar, havanın sıcağıyla kucağımı yakan pidelerin hararetini harmanlar, yanaklarım “al al” evin yolunu tutardım. Tek elle bisikletin gidonunu idare eder, diğer elimle de pideyi tırtıklardım. Her seferinde, eve varınca pidelerden birini bitirmek üzere olduğumu fark eder, her seferinde şaşırırdım. Anneannem sonunda çareyi, bana bir tane fazla pide aldırmakla bulmuştu. Pidenin biri benim yolluğum olmuştu böylece. Dedem hayatımda tanıdığım en aydınlık adamdı. Çok sertti sert olmasına ama kimsenin orucuna, ibadetine karışmaz, ne sahur ne de iftar için ev ahalisini yormak istemezdi. Fazladan talepleri olmazdı hiç Ramazan ayı boyunca. Ama oruçlu ya da değil, ailenin birlikte masa başına oturmasını severdi. Ben seviyorum diye kimi zaman da yer sofraları kurulurdu. Ailenin tek torunu olduğum için isteklerim pek geri çevrilmezdi. Kocaman sini, peşkirin üzerine açılır, dedemle ben hemen bağdaş kurarak otururduk. Nedendir bilmem, masadan daha rahat otururdum yer sofrasında. Bu yıl “Gezi” dostlarının, İstiklal Caddesi’nde kurduğu yer sofrasını görünce burnumun direği sızladı.

Her şehrin kendine has âdetleri


Hep diyorum ya muhafazakar filan değiliz biz! Neyi muhafaza edebilmişiz! Ben size İzmir’in eski halini anlattım. Gelin, Türkiye’nin çok azını muhafaza edebildiği güzelim Ramazan adetlerinden birkaçını hatırlayalım:


- Anneannem, Samsun-Bafra’lıydı. Çocukluğunda, “Sele-Sepet” şenliği yapıldığından söz ederdi. Ayın ortasında, iftardan sonra çocuklar ellerinde fenerlerle evleri gezer, bahşiş, mendil, hediyelik ve ikram edilecek yiyecekleri sepetlerine doldururlarmış. Bugün hâlâ var mı bilmem. Ama muhafaza edilmesi gereken güzel renklerden biri olduğu muhakkak.

- Sinop’ta da “Helesa” adında, Samsun’dakine benzer bir şenlik yapılırmış. Yine ayın 15’inci günü, gençler bu sefer maket bir kayık ve yine fenerler ve mumlarla evleri dolaşıp bahşiş toplarmış. Bahşiş atanlar da parayı mendile sarıp bir de ucunu yakarak yere atarlarmış.

- Kütahya’da “Küpecik” geleneği de yine çocukların maniler söyleyerek bahşiş toplaması esasına dayanıyor. Çocuklar belli ki şehirler değişse de bu geleneği seviyor. Bugün, “aman ayıp” diyerek, yok olmaya mahkum ettiğimiz çocukların bahşiş toplama geleneği, bildiğim kadar Kütahya’da devam ediyor.

- “Oruca direk vurma.” Bugün de az da olsa rastlanıyor. Benim kızım ve arkadaşları da bazen oruca direk vuruyor. “Neymiş?” derseniz: Çocuklar için, öğle namazına kadar oruç tutmak demek. Sanırım benim jenerasyonum

olup da oruca direk vurmamış yoktur.

- Karaman ve Aksaray’da geceleri çeşitli oyunlar oynanırmış. Bunların en ünlüsü: Yüksük oyunu. Komşular toplanıyor, bir tepsiye 9 fincan diziliyor ve altına bir yüksük ya da yüzük saklanıyor. İki ekip oluşturuluyor. Kazanan taraf kaybedenlere komik cezalar veriyor. Hem eğlence, hem sosyalleşme ve sıcak dostluklar bir arada yaşanmış oluyor. İnsan, keşke bugün de herkes bir başına bilgisayarda sabahlara kadar oyun oynayacağına, arada bir de can-cana oyunlar oynansa diye içinden geçirmeden edemiyor.

- Şanlıurfa’da benim en sevdiğim ve bugün kaybettiğimiz için en üzüldüğüm, Meddah geleneği varmış Ramazan ayında: ‘Meddah’ gelir ve ay boyunca çeşitli hikayeler anlatırmış. Teravihten sonra kahvede toplanılır, Meddahın anlattığı, Arzu ile Kamber, Tahir ile Zühre hikayeleri dinlenirmiş. Meddah, ‘Yarın akşam devamını anlatacağım’ diyerek hikayenin en heyecanlı yerinde hikayeyi kesermiş. Tüm Ramazan ayı boyunca bu sürüp gidermiş.

- Gaziantep’te gördüğümde çok şaşırdığım ve bir o kadar da mutlu olduğum, Ramazan ayı geleneklerinin devam ettirildiği bir kahve var: “Tahmis Kahvesi”... 4. Murat, Bağdat seferinden önce burada dinlenip kahvesini içmiş. Ramazan’da sabahlara kadar, çalgılar eşliğinde geleneksel eğlence var hâlâ bu kahvede. Mengiç kahvesi ve zahter çayı ise hazmı kolaylaştırmak için şahane...

- Özellikle Bursa’ya ait olsa da Ramazan ayının olmazsa olmazı, bana göre “Karagöz-Hacivat” gölge oyunları... Az biraz bu gelenek devam ettirilse de muhafaza edilmesi şart oyunlardan olduğu unutulmamalı!

- En eğlenceli geleneklerden biri de Amasya’da karşımıza çıkıyor. Üstelik 150 yıllık bir gelenek. Zamanın paşası, bir Ramazan günü, Amasya kalesinden davul-zurna çaldırıyor. Sonra bu gelenek bandoya dönüşüyor. İftardan önce başlayıp, sahura kadar bando sevilen parçaları çalarak Amasyalılara konser veriyor. Kendim şahit olmadım ama duyduğuma göre bu konserler bugün de sürüyormuş.

- Isparta’da camiler renkli kağıtlarla süslenirmiş.

- Kayserilileri unutmayalım. Arabaşı çorbası, Ramazan ayının olmazsa olmazı...

- Tekirdağ’da sandallarla sahil turları...

- Dedemin de hevesle beklediği “yeni ay”! Artık bizde kalmayan bir adet. Aslında, “Şaban ayının 29’uncu günü yüksek bir yerden batı ufkuna bakılır. Güneş batınca yeni ay hilal şeklinde görülürse ertesi günün Ramazan ayının başlangıcı ilan edilir.

Çocuklar gece, damlara çıkar, ilk kim yeni ayı görecek diye yarışır. Bu yıl bu adetten sebep, yani yeni ayın görülmesi beklendiği için, Filistin bizden bir gün sonra Ramazan ayına başladı.

- Her ilin adeti: İftara misafir çağırmak. Azalsa da devam eden adetlerin başında geliyor diyebiliriz.

- Ve Ramazan davulcuları... Kimileri rahatsız olduklarını söylese de ben davulların bu ayın en büyük rengi olduğunu savunanlardanım. İster sahura kalkın ister kalkmayın, ister oruç tutun ister tutmayın, ister Müslüman olun ister olmayın ama büyük bir geleneğin bu gümbür gümbür sesine gönül kapınızı açın. Bazı şeylerin değişmemesinin verdiği güven duygusuna kendinize bırakın. Sevgi dolu, neşeli, kapısı dostluğa açılan adetlerimizi muhafazaya almayı unutmayın. Sevgi ve dostlukla kalın...

DİĞER YENİ YAZILAR