Ağaçların, insanların tarihin evi; Birgi

Haberin Devamı

Gezi Park’taki ağaçların korunma çabasıyla başlayıp, demokratik bir mücadeleye dönüşen protestolar ülke genelinde yayıldığında, Taksim’den çıkıp bir de kendi memleketimdeki durumu görmek için İzmir’e gittim. Ben gittiğimde çok şükür kimsenin çözemediği “eli sopalı adamlar” ortalarda yoktu. Gündoğdu Meydanı’nda büyük coşku vardı. Canım kardeşim Aslı ile Gezi Park’tan, ağaçlardan filân söz ederken, “Gel, yarın seni insanların ağaçlarla iç içe yaşadığı muhteşem bir yere götüreyim” dedi. İzmir çevresinde görmediğim bir yer bulmak zordur ama varmış meğer! Dünyada göreceğim en güzel yerlerinden biri meğer, doğup büyüdüğüm coğrafyadaymış da bunca gezen ben, nasıl olduysa atlamışım. Estetik, güzellik, zarafet, doğaya saygı, tarih, inanç, bilgi ve daha fazlası bu küçücük kasabada toplanmış: Birgi.
İzmir’den mâkul bir hızla gidildiğinde yaklaşık 3 saat uzaklıkta Birgi. Aslı ve ben günübirlik yaptık seyahatimizi ve hiç yorulmadık.
İzmir-Birgi arası yol çok güzel. Sabah 09.00’da evden yola çıktık ve yine akşam aynı saatte İzmir’e dönmeyi başardık. Yemeğe meraklı olduğumuz için, yol üstünde önce Ödemiş’te “Töngül” molası verdik. Töngül, maydonozu çok bol, yumurtalı ve kıymalı bir pide. Yüzyılı aşkın süredir, Töngül ailesi tarafından yapılıyor ve isim hakkı da yine aileye ait.
Ödemiş’te kime sorsanız gösterirler.

Üç gün gibi geçen beş saatlik ziyaret

Ödemiş-Birgi, zaten kapı komşusu. Birgi’ye vardığımızda iki tarafı sımsıkı ağaçlar ve ağaçların ardında inanılmaz güzellikteki Birgi evlerinin dizili olduğu ana yola girdiğimizde, nefesimin kesildiğini hissettim. Demek Dünya üzerinde, yaşanacak böyle yerler kalmıştı...Yolda ilerlerken Belediye binasını gördüm. İçeri girip biraz bilgi almak istedim. Belediye Başkanı Cumhur Şener bize çevreyi anlatırken, biz de az önce başkanın kıydığı nikâhın pastasını yedik. Bozdağ’ın yamacına kurulmuş, 3 bin nüfuslu bu şirin kasabanın yukarısından başlayarak, geze geze aşağı geri döndük. Arada, Birgililerin o inanılmaz güzellikteki evlerinin önüne çıkarttıkları sedirde oturan teyzenin yanına oturduk, yol üstünden “ısırgan otlu” gözleme bölüştük, emekli olunca buraya yerleşen emekli felsefe öğretmeninin, fırından çıkacak limonlu kekini bekledik... 5 saatlik ziyâretimizde sanki üç gün sürmüşçesine gezdik . Birgi’nin şu ân “slow city-yavaş kent” listesinde beklemede olmasına hâk verdik. Yavaş yavaş ve tadını çıkara çıkara yaşamanın sırrına vakıf olmuş beldeden, hafif, temiz ve huzurla ayrılırken, arkadaşımla burada ortak bir ev almanın hâyalini kurmaya başlamıştık bile. Dünya mirası listesinde de yer alan Birgi çok şükür ki SİT alanı ilân edilmiş.
İşte Birgi notları...

Pek çok efsaneye ev sahipliği yapmış

İsmi: Evliyâ Çelebi’ye kulak verecek olursak “Bir-iki” sözünün dönüşmesinden geliyor Birgi adı. Açıkçası çok iknâ edici gelmemiş ki tarihçilere, pek çok fikir üretmişler Birgi adının nereden geldiği ile ilgili. Bizans döneminde, “Pyrgion” adıyla anıldığı için, günümüze “Birgi” olarak gelmiş olabileceği, oldukça akla yakın seçeneklerden biri.
Tarihçesi: Neredeyse, insanlık tarihi ile birlikte diyebiliriz Birgi’nin tarihi için. Mitoloji’den bu yana pek çok efsaneye ev sahipliği yapması da bu yüzden belki de. Türkler’in eline geçmesi ise, Malazgirt savaşıyla birlikte olmuş. Pek çok “beylikler” görmüş. Aydınoğulları Beyliği, Birgi’ye damgasını vurmuş ve Umur Bey ise, bugün Birgi’nin sembollerinden biri olmuş... 18 yaşında denizciliğe başlayan Umur Bey, Aydınoğlu Beyliği’nin 3. hükümdarı olmuş. 39 yaşında, Haçlı Donanması’na karşı mücadele ederken şehit olmuş. Kabri Birgi’ye yapılmış.

Çakırağa Konağı’nda 11 gusulhane var


Birgi’nin mücevheri... Hemen belirteyim, pazartesi günleri kapalı ama diğer günler akşam 19.00’a kadar açık. İlk yapılışındaki mimari üslubu korunmuş ender konaklardan... 18. yüzyıl sonunda, Çakıroğlu Şerif Ali tarafından yaptırıldığı söyleniyor. Konaktaki duvar resimleri, 19. yüzyıl başında yapılmış. Yine iddia ediyorum ki benzer bir konak görmemişsinizdir. Bir Osmanlı, bir de İtalyan mimar tarafından yapılan konak, Venedik ve Osmanlı mimarisinin muhteşem karışımı... 3 katlı, dış sofalı, çift köşk odalı bu konağın alt katında sağ tarafta bir ahır, sol tarafta ise hizmetli ve nöbetçi odaları yer alıyor. Evde 13 çalışanın olduğu tahmin ediliyor. Gelelim konağın en çarpıcı odalarına. İki hanımı olan ev sahibi, iki hanımı için iki ayrı oda yaptırtmış. İzmirli ilk eşi için yaptırdığı odanın duvarına, memleket hasreti çekmesin diye İzmir resmi, İstanbullu olan ikinci eşinin oda duvarına ise İstanbul resmi yaptırmış. Resimler ise bir tablo niteliğinde. Şimdi sıkı durun, evde her odada yani tam 11 tane “gusulhâne” var. Elbette bir dolap kadar küçücük banyolar ama yine de o devirde, her odada olması takdir-e şâyan... Konak tam bir hazine. Kalem işi tavanları başdöndürücü. Yeniden restorasyona girecek olan ve iki yıl kapalı kalacak olan bu müze-konak mutlaka görülmeli.

Ulu Camii: Aydınoğlu Mehmet Bey tarafından, 1308-1312 yılları arasında inşa ettirilmiş. Tuğladan zarif minaresi, kesme taş bu camiiye ayrı bir güzellik katmış. Minberi, Selçuklu süsleme sanatının en güzel örneklerinden biri belki de... Ceviz ağacından, kündekâri tekniği ile yapılmış ve hiç çivi kullanılmamış.

Derviş Ağa Camii: 1663 yapımı. Dış süslemeleri uzaktan dikkat çekiyor.

Karaoğlu camii: 1762 yapımı. Tam bir Osmanlı camii... 12 musluklu bir de çeşmesi var.

Sultan Şah Türbesi: Yolun ortasında, Altıgen taş bir yapı olduğu için hemen dikkat çekiyor. Aydınoğlu Mehmet Bey’in kız kardeşine ait bu türbe çok estetik bir yapı.

El işi: İpek dokumacılığı çok ünlü. Öyle ki dünyaca ünlü moda evleri üretimin hepsini önceden aldığından bizlere ipek düşmüyor bile nerdeyse.

Ağacın değerinin, taşıdığı “can” ile değil, sayı ile ölçüldüğü bu günlerde, Birgi’yi görün ve kâdim ağaçların gölgesinde bunu bir kez daha düşünün.

Ağaçların, insanların tarihin evi; Birgi

“Birgivi Mehmet Efendi Medresesi’nde huzurla doldum”

Ulu Camii’nin karşısında bulunan büyük bir mezarlık burası aynı zamanda. Ama, iddia ediyorum, bu kadar güzel bir mezarlık pek görmemişsinizdir. Âdeta ormanın içinde ve çok güzel oturma alanlarıyla bezeli bir mezarlık. Mekânların enerjisine inanır mısınız bilmem ama ben huzurla dolduğumu ve insanı hafifleten bir enerjisi olduğunu söyleyebilirim. Birgivi Mehmet Efendi, “Kanuni“ döneminin büyük âlimlerinden. İlim ve irfan sahibi olması, ardından yıllarca ders olarak okutulacak kitaplar bırakması bir yana, dürüstlüğü ve adalet duygusunun yüksekliği ile ünlü bir insan. Mezarının başucundaki selvi ağaçlarını, Birgivi Mehmet Efendi’nin kendi diktiği söylenir. Allah’tan, kesmeye kalkan vicdan noksanı kişiler çıkmamış da bugün bu ulu ve ruhâni güzelliği biz de yaşayabiliyoruz. Özellikle, çocuğu olmayanların burayı ziyaretinden sonra çocukları olacağına dair bir inanış var. Muradı gerçekleşen bir çift, biz oradayken, bebekleriyle “Birgi Baba”yı ziyarete gelmişlerdi. Tasavvuf erbâbı pek çok hocanın da mezarı yine, Birgivi Mehmet Efendi’ninkiyle yan yana. Üstelik içlerinde 1300’lere uzanan Mevlevi sarıklı mezar taşları da göze hemen çarpıyor. Birgivi Mehmet Efendi, yanlış bir gidişat gördüğünde taa İstanbul’a kadar gidermiş. Eleştirilerini sultana söylermiş. Efsaneye göre; Sultan Selim, Mehmet Efendi’yi yemeğe davet eder. Altın tabaklar içinde envai çeşit yemek ikram eder ama Mehmet Efendi, çıkınından çıkardığı peynir-ekmeği yemekte ısrar eder. Sultan bu duruma alınır. Mehmet Efendi, sebebini cesurca açıklar: “Şimdi bu yemekte saçı bitmemiş yetimin hakkı, mazlumun âhı vardır. Ben bu yemeği yiyemem” der. Ve bildiğini söylemekten kaçınmadığını, doğru bildiğinden dönmediğini bir kere daha gösterir. Efsaneleriyle, Birgivi Mehmet Efendi’nin ünü bugünlere gelir.

DİĞER YENİ YAZILAR